Deprecated: Assigning the return value of new by reference is deprecated in /home/kafkasevi/public_html/system/database/DB.php on line 83
Kafkasevi.com
Arama

Kuşçubaşı ve Trakya

M.Niyazi özdemir

Trablusgarp'ta sert bir kayaya çarpan İtalyanlar, durumlarını gizlemek için yol aramaya başladılar. İtalya Kralı'nın kayınpederi olan Karadağ Kralı, sessizce devreye girdi. Zaten Balkan devletlerinin Osmanlı toprağında gözü vardı.

Bu toprakların bölüşülmesinde sorun çıkarsa Rus çarı'nın kararına razı olacaklarında anlaştılar. Bir başka güç de değişik formüllerle tezgahını kurmuştu. Bağımsızlığa kavuşan Yunanistan'ın, Romanya'nın, Bulgaristan'ın kralları Alman'dı. Bu kukla krallarla Almanya, Osmanlı'nın batısını çevirmişti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu da bağlısı saydığı için arada engel kalmıyordu. Rus çarı; "Balkan savaşı kopmayacağına dair garanti veriyorum. Yıllardan beri askerlik yapan bu insanları cephede tutmayın, yazıktır." diyerek, Trakya'daki ordumuzdan terhisler yapılmasını sağladı. Tek mermi atmadan yetmiş bin askerimizi teslim edecek Tahsin Paşa gibi kumandanlara sahiptik. Yunanlılar Selanik'e girince, bazı paşalar parti kavgası yapacak kadar siyasete dalmışlardı. Balkan Savaşı bu şartlarda patlak verdi. Süper güçler, galip gelebiliriz ihtimaliyle bir deklarasyon yayınlayarak; "Sonuç ne olursa olsun, herkes savaştan önceki sınırlara çekilecek." dediler. Yenildik; ordumuz yirmi dört günde Manastır'dan Büyükçekmece Gölü'nün yanındaki Muratlı Tepeleri'ne çekildi. Tabii büyük devletler deklarasyonu unuttular.

Hükümetimiz, paşalarımızın pek çoğu İstanbul'u kurtarmanın derdine düştüler. Londra'da toplanan devletler Enez-Midye hattının sınır olmasını kabul ettiler. Fakat Bulgarlar bu hatta çekilmiyor, Yunanistan'la arasındaki toprak anlaşmazlığını çözüp İstanbul'u almak istiyordu. Alman imparatoru da, "İstanbul, Bulgaristan'a yakışır" diyordu. Sadrazam Kamil Paşa ise Enez-Midye hattından başlayan bugünkü Trakya topraklarımızda bir tampon devlet kurmakla İstanbul'u kurtaracağını ümit ediyordu. Bu karmakarışık ortamda Enver ve Eşref beyler, Libya'daki genç subaylar Zenci Musa, Mamaka Mustafa gibi fedailerle buraya döndüler. Enver Bey, yarbay olarak kendisini Muratlı Tepeleri'nde bulunan Onuncu Kolordu'ya Kurmay başkanı tayin ettirdi.

Bab-ı Ali baskını yapıldı; Başbakan Kamil Paşa öldürüldü. Hükümet istifa ettirildi, Mahmut Şevket Paşa sadrazamlığa tayin edildi. O da bir suikast sonucu öldürülünce yerine Ahmet İzzet Paşa getirildi. Onun sadrazamlığı sırasında yurdun değişik bölgelerinden gizlice gönüllüler toplandı. Eşref Bey, Cihangiroğlu İbrahim, Selim Sami tarafından Taksim, Metris kışlalarında eğitilen bu gönüllülerin arasına sivil kıyafetli pek çok asker de katıldı. Bir gece kayıkla, beş arkadaşı ile düşmanın arkasına sarkan Mamaka Mustafa, Muratlı Tepeleri'ni Edirne'deki karargâha bağlayan telleri kesip bombayı patlatınca, husule gelen şaşkınlıktan istifade ederek saldırdılar. 'İkinci Balkan Harbi' denen bu savaşı 'Türk Gönüllü Kuvvetleri Kumandanı' olarak Eşref Bey başarıyla yönetti. Bugün Rumeli'de toprağımız varsa, bunda Eşref Bey'in ve Teşkilat-ı Mahsusa fedailerininpayı olduğunu bilmeliyiz. Hatta Birinci Dünya Savaşı kapıya dayanmasaydı, kurulan 'Batı Trakya Türk Cumhuriyeti' yoluyla sınırlarımız çok daha farklı olurdu.

Teşkilat-ı Mahsusa, 1913 yılının Ekim ayına kadar gönüllü kuruluş olarak devam etti. Daha sonra Enver Paşa'nın ısrarıyla devletin resmî kurumuna dönüştü. Ondan sonra da bu kurumda Mehmed Akif, Şekip Aslan gibi ilimde irfanda ün yapmış değerli insanların ilgisi kalmadı. Fakat milletçe ne zaman ihtiyaç duyulmuşsa, hizmetlerini esirgemediler. Mesela Mehmed Akif ile Birinci Dünya Savaşı'nda hem Necid çöllerinde hem de Berlin'de karşılaşıyoruz. Savaşın ilk aylarında Akif, Eşref Bey, Şerif El Tunusi, Başbakanlık Müsteşarı Mümtaz Bey, Zenci Musa, Arap ayrılıkçılarını ikna için çöllerde dolaşırlarken çanakkale Savaşı'nın ilk raundunun bizim olduğunu öğrendiler.

Birinci Dünya Savaşı'nda nerede yangın varsa, orada Eşref Bey'i veya yardımcısı Süleyman Askeri Bey'i görüyoruz. İngilizler Fav'dan çıkarma yapınca, Genelkurmay, Irak'tan asker toplayıp İngilizlere karşı koyması için Süleyman Askeri Bey'i görevlendirdi. Şuaybe'de döğüşürken ayağı koptu. Yatırıldığı sedyede savaşı yönetmeye devam etti; bir tepenin alınması için emir verdi; askerimiz beklediği celaleti gösteremeyince; "Biz böyle aciz mi olacaktık!" deyip tabancasını şakağına dayadı ve tetiği çekti. Eşref Bey'in de kanal harekâtında yiğitliklerine şahit oluyoruz. O ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın bazı fedaileri Kanal'ı geçtiler; ne yazık ki beklenen takviye gelmedi.

İngilizlerin kurmak istediği Kürt ve çerkez devletlerine Kürt ve çerkez beylerinin karşı çıkmaları son dönem tarihimizin şifresidir. Haftaya bu şifreyi kurcalayacağız.
Zaman, 7 Ocak 2008


Yorumlar
Henüz yorum eklenmemiş. Yorum eklemek için tıklayın.