Göç Edeli 100 Yıl Oldu Ama Asetinceyi Unutmadılar
Ruslar onlara Asetin der, Gürcü ve İnguşlar bazen Kuşha, bazen Os. Onlar, yani Kafkasların Alan ve İskit kavimlerinin bir parçası olan Osetler kendilerini gelenekleri ve dünya görüşleriyle tanımlar. Acıyı da, neşeyi de farklı yaşama biçimleri vardır. Onlar Kafkasların aristokrat halkıdır.
Topraklarının orta yerinden geçen áli Kafkas dağlarıyla, kuzeylerindeki Ruslar, doğularındaki çeçenler, güneylerindeki Gürcülerle dertleri hiç bitmez.

Bağımsızlık savaşları verirler, okulları basılır, bir şehrin bütün çocukları rehin alınır, Gürcülerle Rusların pazu yarışlarının arenası olurlar. Dertleri bitmez ama onlar metanetlidir. Seremonilerinden, dillerinden, adetlerinden ödün vermezler. Yanı başımızda ve içimizde böyle bir halk yaşıyor. Kafkasya’da ateşkesi henüz ilan edilmiş, 2 bin kişinin öldüğü savaşın kurbanı onlar. Peki nasıl insanlar, buraya nasıl geldiler? Türkiye’de yaşayan 20 bin civarı Oset’ten buraya ilk göçenlerden, Sarıkamış civarında rüya gibi bir köy kuran, sonra da İstanbul’a taşınan bir sülalenin üyeleriyle tanıştık.


Ayakta karşıladı beni Halis Dayı (82). "Bizde böyledir kızım" dedi, "Yaşı kaç olursa olsun, kapalı bir mekana bir kadın girdiğinde bütün erkekler ayağa dikilmelidir. Kadına saygı birinci kuraldır. Kadına el kaldıran adam anında kabadayı ilan edilir ve cemaatten aforoz edilir, biliyor musun!"

Mutfakta Osetlerin kutsal saydığı bir yemek olan velibahın kıymasını kavuran Cemile Teyze (84) içeri doğru seslendi, Osetçe bir şeyler söyledi. Kızı Mutlu (63) ve oğlu Remzi (60) cevap verdi. Kuzenleri Gambe (77) ve Nevin (70) mutfağa gidip espriler yaptı, gülüştüler. Neler dediler, neye güldüler, velibah denen bu yemeğin etrafında niye toplandılar anlayamadık. çünkü olup biten her şey Osetçe’ydi. Birbirlerinin elini sıkışları, büyüklerine karşı saygıdan çapraz duruşları, esprileri, özlemleri, dilleri, hepsi Osetçe’ydi. Gambe Teyze, fotoğrafçı arkadaşım Levent ve bana dönerek "Ah çocuklar kusura bakmayın, sizi unuttuk. Biz aramızda Türkçe değil, Asetince konuşuruz" dedi. Sonra sözleştiler, Türkçe konuşalım da çocuklar anlasın, ayıptır, yazıktır!

Fonda Osetlerin meşhur danslarının akordeon ağırlıklı müziği Kafe çalıyordu. Haber aldın mı diye sordular Mutlu’ya. Güney Osetya’daki tanıdıklardan canına zarar gelen yokmuş ama evler talan edilmiş, sıkıntıları seslerinden anlaşılıyormuş ama iyiyiz merak etmeyin demişler. Zaten Osetler öyledir, aman demezler, öldük mahvolduk demezler. İyiyiz, tutunuyoruz derler.

Cemile Teyze, Hoşon sülalesinden. Hoşonlar, Kuzey Osetya’nın başkenti, Osetçe’de Zeus’un köyü anlamına gelen Vladikavkazlı bir büyük aile. Tavtaylar’dan Gambe ve kardeşi Nevin (70) ve Aşeteyler’den Halis Dayı da bu şehirden. Bu üç sülalenin buluştuğu, büyük bir aile haline geldiği yer Kars’ın Sarıkamış ilçesi.

93 Harbi olarak bildiğimiz Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (1877-1878) sonra Müslümanlaşan Osetler, Rusya ile Osmanlıların yaptığı anlaşma sonucu planlı olarak Türkiye’ye göç etmiş. Mutlu ve Remzi’nin dedesi Hacı Abdullah’ın da Vladikavkaz’daki imamlık görevini bırakması, sülalesini toplayarak Sarıkamış’ın Bozat köyüne yerleşmesi bu sırada olmuş. Remzi, Türkçe’yi 4 yaşından sonra sokakta, yan köylerden gelen Kürt ve Türk çocuklardan, Mutlu /_np/3705/6203705.jpgilkokula gidince öğrenmiş. Mutlu ve Remzi’nin büyük kuzenleri olan Gambe ve Nevin, birlikte yaşadıkları, dedelerinin inşa ettiği 40 hanelik Bozat köyünü bir romanın en güzel bölümünü anlatır gibi heyecanla şöyle tarif ediyor: "Kalem gibi çam ağaçlarından mavi gök bazen görünmezdi. Beyaz evlerimizin etekleri kırmızıydı, bahçelerimize yuvarlak öbekler halinde pembe mor çiçekler yetişirdi. çaylarından akan sodalı suya şeker katıp gazoz niyetine içerdik."

HALA KAçIRILINCA KöYü TERK ETTİLER

Gambe ve Nevin’in bu hayal köyü terk etmelerinin ardında esprili bir hikaye var. Nevin, Mutlu ve Remzi’ye dönerek "Ah siz Hoşonlar, siz yok musunuz siz, Bozat’tan sizin yüzünüzden taşındık!" diyor. Remzi, "Abla Allahaşkına, girme şu konuya" diyor gülerek. Gambe ve Nevin aldırmadan başlıyor anlatmaya: "Halamız pek güzeldi. Hoşonlar’dan Remzi ve Mutlu’nun büyük amcası onu çok beğenmiş fakat dedem vermiyor halamı. Bir gün gelip kaçırdılar onu. Kız kaçırıldı mı da geri alınmaz, kavga verilmez bizde. Bu dedeme çok dokundu. Yapacak bir şey de yok. Topladı hepimizi Sarıkamış’ın Karakurt köyüne göçtük."

Osetlerin kanunlarıyla savaşılmaz. Kızı kaçıran aileyle de öyle çok uzun küs kalınmaz. Yıllar içinde barışmışlar elbette. Şimdi gülerek, birbirlerini kızdırıp dalga geçmek için anlattıkları bir hikayeye dönüşmüş bu kaçırma hikayesi.

Cemile Teyze, Cumhuriyet’in ilanından tam bir hafta sonra doğmuş, Bozat köyüne gelin gitmiş. O yüzden ona, çocukları dahil herkes Osetçe’de gelin manasına gelen "çınz" diye sesleniyor. "Biz Osetlerde düğün ve ölüm çok önemli olaylardır. özellikle düğün kişinin hayatının geri kalanını belirler" diyor Halis Dayı. "Düğünlerimiz konuşma ve duayla başlar. İki kardeş ya da iki yakın arkadaş aynı masaya oturamaz. Gençler büyüklerin tam karşısına değil, ancak çaprazına oturabilir. Kguş dediğimiz özel tasın içinde gelen bira ya da şaraptan büyükten küçüğe herkes bir yudum alır. İslam’da içki haramr ama biz Osetler için geleneklerimizin parçası. Müslüman olsak bile bu böyle."

TAŞKINLIKTAN HOŞLANMAYAN SOĞUKKANLI HALK

Oset düğünlerinde başlık parası fikstir: 27 kırmızı altın takılır. Ancak bir kaçırma söz konusuysa bu rakam iki ya da üç misline çıkabilir. Düğünde göbek atılmaz. Cemile Teyze’nin deyimiyle laubalilik yapılmaz. Osetler hayata, ne kadar sevinseler de, ne kadar üzülseler de mesafeli duran bir halk. Cenazelerinde kimse ağlamaz, kimse kimseye sarılıp yarenlik etmez. Mutlu bir olay varsa misafirlere servis edilen likör bardağı sayısı çift, hüzünlü bir olay varsa tek rakamdır. örneğin taziyeye gelen misafir sayısı iki bile olsa onlara üç kadeh uzatılır. Türkiye’de yaşasalar da Osetler sevinçlerini ve üzüntülerini hálá bu seremonilerle ve kurallarla yaşıyor. Böyle bir özgürlükleri olduğu için şükrediyorlar.

NE OSETYA’YI VERİRİM NE TüRKİYE’Yİ

Türk Telekom emeklisi Remzi "Ben Türk milliyetçisiyim ama aynı zamanda Osetim. Ve Vladikavkaz’a gömülmek isterim" diyor. Ablası Mutlu "Hayatta bir gün bana Osetya mı, Türkiye mi diye soracaklar diye korkarım hep. Hayattaki en zor soru! Bir cevabı yok çünkü. Ne Osetya’yı veririm, ne Türkiye’yi" diye ekliyor.

DİLLERİ FARSçA’YA BENZİYOR

üç tür Osetçe diyalekti var. Biri İronca, diğeri Digorca ve Güney Osetya. Digorca biraz daha edebi. Bu evde Farsça’ya benzeyen İronca diyalektiği konuşuluyor. Türkçe onların hep ikinci dili olmuş, çoğu okula gidince öğrenmiş.
___________________________________
Ezgi Başaran - Hürriyet, 19 Ağustos 2008