Deprecated: Assigning the return value of new by reference is deprecated in /home/kafkasevi/public_html/system/database/DB.php on line 83
Kafkasevi.com
Arama

Geçmişin İzleri ve İçimizdeki Vatan

Murat özden

"Nereye Giderseniz Gidin ülkeniz Peşinizden Gelir;
Siz Orada Yaşamasanız da, O Sizin İçinizde Yaşar"


Yukarıdaki söz Afganlı yazar Khaled Hüseyni'ye ait. Sanki yazar bu sözleri benim için, senin için, onun için, bizim için, yani çerkesler için söylemiş. 1864'te çerkesler vatanlarından sürülürken beraberlerinde ülkelerini de getirdiler.

Dillerini, ğıbzelerini, şarkılarını, ninnilerini, oyunlarını, atlarını, eğerlerini, kamçılarını, yamçılarını, kamalarını, yemeklerini, tohumlarını, mısırlarını, meyvelerini, geleneklerini, duruşlarını, kimliklerini ve kişiliklerini de getirdiler. Yani ülkelerinde yaşama dair ne varsa beraberlerinde getirdiler.
İşte bizler de bu yaşam biçiminin ve kimliğin içine doğduk.
***

Ben Balıkesir iline bağlı Gönen ilçesinin Balcı köyünde doğdum.
Balcı çerkes ve Tatar mahallelerinden oluşan bir köydü.

İki mahalle arasında sürekli çekişme olurdu. 30 haneli çerkesler, 60 haneli Tatarlardan muhtarlığı alırdı, manav ve Bulgaristan muhacirleriyle ittifak yaparak.
Ancak, 5 yaşında iken, doğduğum köyden ayrılıp halamın köyü olan üçpınar'a gittim.

çocuğu olmayan halam ağabeyinden beni istemiş, babam da kızkardeşini kıramamıştı. Böylece benim iki köyüm, iki de anne babam olmuş oldu.
***

7 yaşında inek çobanı olarak çalışmaya başlamıştım. Daha sonra keçi çobanlığına terfi ettim. Ormandan kaçak odun keserek okul harçlıklarımı çıkardım. Dövenle harman sürdüm, orakla buğday biçtim, tırpanla ot biçtim,
amelelik de yaptım iş ve zaman buldukça.
***
Balcı eşkiyası ve kabadayısı bol olan bir köydü. 30 haneli bir çerkes mahallesi, meşhur 150'liklere beş kişi vermişti. Bunların 4 tanesi de benim sülalem Habraçüler'dendi. Ben kimliğimi ve kişiliğimi üçpınar köyünde buldum. Onun için kendimi üçpınarlı hissederim.
üçpınar katışıksız bir çerkes köyüydü.

Kahvede, cami avlusunda, sokakta çerkesce konuşulurdu. Köye gelen çobanlar, imamlar, öğretmenler çerkesceyi mecburen öğrenirlerdi.
Ayrıca üçpınar köyünde çerkeslik yönünden son derece bilinçli, idealist bir grup da vardı. Bizden 10 yaş büyük olan ağabeylerimizi anarsak, rahmetli öğretmen Fahrettin abi, rahmetli Orman mühendisi İlter abi, ziraat teknisyeni Hakkı abi, öğretmen Erdinç abilerin isimlerini hemen saymam gerekir. Kişiliğimin şekillenmesine emek vermiş olanlardan, vefat edenlere Allah'tan rahmet, sağ olanlarına da uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
Onlar okumak için gittikleri şehirlerde dernek çevreleri ile ilişki kurmuş bilinçlenmişlerdi. 1970li yılların başında İzzet Aydemir'in çıkarmış olduğu "Kafkasya - Kültürel Dergi" köyümüze düzenli olarak geliyordu. İşte o dergiyi okuduğum zaman dilimizin, kültürümüzün, ulısumuzun farklılığının ayırdına vardım.

General İsmail Berkok'un “Tarihte Kafkasya” ve Jabağı Baj'ın “çerkesyada Sosyal Yaşam ve Adetler” kitabını okuduğumda 15 yaşında idim.

O gün bu gündür “çerkes Davasının” bir neferiyim.

Aradan tam 41 yıl geçmiş. Eğer Türkiyede çerkes Davasına hizmeti geçen birinin heykeli dikilecekse; o kişi İzzet Aydemir olmalıdır diye düşünüyorum.
Aydemir'in 1964 - 1975 yılları arasında 11 yıl süreyle yayınladığı "Kafkasya-Kültürel Dergi" bir okul olmuş ve binlerce kişiyi eğitmiştir. Ben de kendimi İzzet Aydemir ekolünün bir öğrencisi olarak görüyorum.

***
Lise yıllarımda Victor Hugo'yu, Balzac'ı,Tolstoy'u, Jean Paul Sartre'ı, Hakimoğlu İsmail'i, Risalei Nurları, Necip Fazıl Kısa Kürek'i tanıdım. Marx'ı da okumaya kalktım ama birşey anlayamadım. Nazım Hikmeti de tanıdım
ve ona adeta aşık oldum.

***
Liseyi bitirip üniversiteye 1974-1975 eğitim döneminde girdim. Bandırmadan vapurla İstanbul'a gelirken şehrin gece geç saatlere kadar yanan ışıklarından çok etkilenmiştim. Bu kadar büyük bir şehir şaşkınlık ve korku da oluşturmuştu bende. Ama hemen bu korku ve şaşkınlığı atmak zorundaydım. çünkü Türkiyenin en çalkantılı dönemi 1975 - 1980 dönemidir. Bu dönemde 5 bin genç hayatını kaybetti sağ-sol çatışmalarında. O iklimde tarafsız kalmak gibi bir durum söz konusu değildi.

Ve 1970'li yıllarda çerkeslerin kendilerini sol üzerinden tanımlamaktan başka bir yolları yoktu. Benim o zamanlar tanıdığım sağcılar, milliyetçiler, İslamcılar ve liberaller, Türkiye'de Türklerden başka halkların da yaşadığını söyleyemiyorlardı. Ve biz de "Halklara özgürlük" diyen gençlik grubunun içinde yer aldık.
***
İstanbul'a ilk geldiğimde Sultanahmet Derneği'ne de gittim, Bağlarbaşı Derneğine de. Ama daha sonra Bağlarbaşı Derneği ikinci evimiz oldu. 23 yaşımda Bağlarbaşı Kafkas Kültür Derneği'nin yönetim kurulu üyesi oldum.

1970'li yıllar Türkiye için de, çerkesler için de çok önemliydi. 1975te İzzet Aydemir'in "Kafkasya Kültürel Dergisi" yayınına son verirken, Ankara'da Yamçı Dergisi yayın hayatına başlıyordu. Yamçı önemli bir boşluğu dolduruyor ve yeni kadroların yetişmesine vesile oluyordu.
çerkeslerin Cumhuriyet Tarihinde Türkiyeden siyasi talep içeren ilk yazılı metni "Ulusal Sorun ve çerkeslerin Konumu" broşürü yine bu dönemde yayınlandı. Benim imzamı taşıyan ve çerkeslerin kimliğini, varlığını ve taleplerini içeren bu broşüre derhal dava açıldı ve en nihayet hapis cezasıyla sonuçlandı.
1980 yılında yayınına başladığımız "Nıbceğu - Kültürel Dergi" kendini sol üzerinden tanımlayarak, çerkes kimliğini önce Türkiye soluna, sonra da tüm Türkiye'ye kabul ettirmek için yola çıkmıştı. Türkiye solu içinde yer alan binlerce çerkes gencini toparlamayı hedefliyordu. Bu başarılabilseydi, risk alabilecek bağımsız bir çerkes hareketi de doğabilirdi. Ancak dergi daha ikinci sayısındayken 12 Eylül darbesi gerçekleşti ve herşey dağıldı.
***
1980 - 1985 dönemi benim yeraltında ve cezaevinde geçirdiğim yıllarımdı. İnanılmaz zorlukları ve boşlukları olan bu dönemden büyük tecrübeler edinerek çıktım.
1985 - 1990 dönemi, yeni bir hayat, yeni bir iş kurmanın mücadelesiyle geçti benim için.

1990 yılında Nart Yayıncılığı kurduk, Hayri Ersoy, Yalçın Karadaş, Ali çurey, ünal çuğ, Erdoğan Yılmaz gibi arkaşlarla.
Ancak o zaman anladım ki çerkes toplumunun sermaye birikimi ve kaynağı son derece yetersiz. Ve çok az kimse maddi ve manevi anlamda risk alıyor ve fedakarlık yapıyordu. Beyoğlu'nda kurduğumuz Nart Yayıncılık kaynak yetersizliği nedeniyle kapandı. Ancak Hayri Ersoy arkadaşımız daha sonra bayrağı devraldı ve ardarda çok değerli eserler yayınlayarak yola devam etti.
Ve ben halkımız için kaynak oluşturmak niyetiyle, asıl işim olan mali müşavirlik ve sigortacılık işini bir kenara bırakarak, anlamadığım işlere giriştim. Her girişimim yaralarımı büyüttü. Büyük hayal kırıklıkları yaşadım.

Ve bu süreç tam 19 yılıma mal oldu.

Bu dönemde Berlin Duvarı yıkıldı, Sovyetler Birliği çöktü, Abhazya ve çeçenistan savaşlarını yaşadık...

Ancak ben bu süreçlerde kişisel sıkıntılarımı aşıp da, hiçbir çalışmaya müdahil olamadım.
Türkiye Cumhuriyeti devletine yaptığım pasaport müracaatları da İçişleri Bakanlığı'ndan gelen olumsuz yazılarla hep reddedilmişti.
***
2009 yılında yıllar önce terkettiğim mali müşavirlik ve sigortacılık işine geri döndüm ve yaşamım yeniden stabile oldu.

2010 yılında cherkessia.net ve hatiaqo.com sitelerinde yazmaya başladım.

Israrla çerkeslerin ulusal politikalarının oluşturulması, çerkes meselesinin siyasallaştırılarak meydanlara taşınması gerektiği düşüncesini savundum.
2011 yılı başından itibaren çerkes Hakları İnisiyatifi (çHİ)'nin öncülüğünde çerkes meselesi siyasalaştırılarak meydanlara taşındı ve oldukça ses getirdi. Bundan çok mutlu oldum.
***

Bu arada kaleme sarılıp hoşlarına gitmeyen birkaç kelam ettiğimizi gören bazı arkadaşlarımız benim Kafkasya'yı görmemiş olmamı eleştiri konusu yaptılar; ancak yıllarca devletin bana pasaport vermemiş olduğunu hep gözardı ettiler.
Artık müjdeler olsun ki 56 yaşımda bir pasaportum olabildi.

Bir aksilik olmazsa da 26 Ağustos'ta 15 günlüğüne anavatanımızda olacağız.
Bizim Türkiye'ye getirip de koruyamadığımız varlığımıza anavatanımızdaki kardeşlerimiz neler katmış anlamaya çalışacağız.
Benim içimde yaşattığım vatanla, gerçekte yaşayan vatanımızı karşılaştırma imkanı bulabileceğim.
Vatanımla buluştuktan sonraki yazılarımın daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.
Ve bundan adım gibi eminim.

***

Haydi hayırlısı...


















Sizde yorumunuzu eklemek için tıklayın.
Yorumlar
Tüm yorumları görüntülemek için tıklayın.
Sedat Çetaw - Balıkesir
11 / 09
Hadi hayırlısı Murat.O küçücük Üçpınar Köyünde,cılız,ama hiç sönmeden yanan ışıkların neleri aydınlatabildiğini,tükenmez bir enerjiyle devam eden mücadelelerin sonunda ne kadar büyük bir aydınlanma yaratılabileceğini anlat.Köyde biraz küf,biraz ağaç ve yosun kokan küçük evi de anlat.Gazyağı lambasının isli camından sızan ışık huzmesi altında okuduğumuz kitapları,yaptığımız tartışmaları,hayallerimizi.Hiç görmediğimiz anayurdumuzun içimizi yakan özlemini.Sabahlara kadar süren ceug ve zexheslerde kah dansederek,kah Çerkeslik sorunları üzerine yaptığımız tartışmalardan yorgun ve bitkin düşerek döndüğümüzü.Sabahın ilk ışıkları ile yatıp,yarım saaat-bir saat sonra babalarımızın o otoriter ve hükmedici sesiyle, kan çanağına dönmüş gözlerle uyanışımızı.Rahmetli NANUV amcanın her sabahın köründe 'MURAAATT TEC ŞE'CAĞO XHUĞO' cümlesini bıkmadan usanmadan tekrarlamasını.Hatta bir ikindi sonrası,gündüz uykusundan uyandırmak için,dil alışkanlığı ile 'MURAAATT TEC,TEC ŞE'CAĞO XHUĞO'diye gürlediği,Çerkes kokan,dilin ve xhabzenin harman olduğu o güzel günleri,o güzel Üçpınarı (Haje'çape)da anlat...
m.i.can - ist
02 / 09
Vatan? Bir Abhazyayı düşünüp, sürgün günlerine doğru ufkumu sabitleyip, hüzne boğulup, gırtlağıma batan acı ile yutkunup, gözyaşlarıma hakim olmaya çalışırken, vatan hasretini iliklerime kadar hissederim, Bir de bünyemde, tüm dokularıma nüfuz etmiş Türkiyemi güzel ülkemi düşünüp Rabbime Hamd ederim. Zannederim ki; et ile tırnak olmuş Anadolu ve Kafkasya, ayırmaya çalışmak ancak zulüm, beyhude bir çaba. Bir ablamızın dediği gibi, "Hayatta bir gün bana Osetya mı, Türkiye mi diye soracaklar diye korkarım hep. Hayattaki en zor soru! Bir cevabı yok çünkü. Ne Osetya’yı veririm, ne Türkiye’yi"