Arama

Türkiye Diasporası
Kuzey Kafkasyalılar, Rus imparatorlarının yüzlerce yıl süren saldırılarıyla büyük bir soykırıma uğradı. Kaynakların ve direncin tükenmesiyle 6 Eylül 1859'da (Şamil'in teslimiyle) Kuzeydoğu Kafkasya; 21 Mayıs 1864'de de Kuzeybatı Kafkasya tamamen sustu.
çarın muzaffer komutanı Grandük Mişel’in, “Ya Rusya’nın içlerine yerleşmeyi kabul edersiniz, ya da ülkeyi terk edersiniz” ültimatomu ardından da kitleler halinde ülkelerinden atıldılar.
1859 - 1866 yılları arasındaki “Büyük Sürgün” döneminde Kafkasya’dan Adigeler ile Abazalar % 80 - 85 düzeyinde; Ubıhlar tamamıyla; Oset, çeçen ve Dağıstanlılardan da ayrı ayrı % 5 - 10 oranlarında olmak üzere 1.500.000 den fazla insan anayurtlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum limanlarında gemilere “istif edilen” Kafkasyalılardan sağ kalanlar, Balkanlar’da Köstence, Burgaz, Varna; Anadolu’da İstanbul, Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarına indirildi.
1865 - 1866 sürgünü ile Osmanlı – Rus harbinden sonraki 1878 sürgününde gelenler ise çeçen, Dağıstanlı, Asetin ve Kabardey muhacirler olup, genelde karadan gelmişlerdir.
Sürgünler “halifenin ülkesinde” hayata tutunma mücadelesi verirken, geride bıraktıkları topraklarına Slavlar, Kozaklar, Gürcüler, Ermeniler ve Rumlar yerleştiriliyordu.
Kuzey Kafkasyalılar'ın göçürülmesi süreci, Rusya’da Bolşevik rejiminin kuruluşundan sonra dahi devam etmiştir.
 
YENİ üLKE…
Kafkas sürgünleri, Osmanlı Devleti’nin böylesine ani ve kitlesel göçlere hazırlıklı bulunmaması nedeniyle, çıkış limanlarında, yollarda ve ilk yerleşim yerlerinde fiziki uyumsuzluk, salgın hastalıklar, özellikle sıtma v.b. nedenlerle 500 bin civarında kayıp verdiler. Doktor Şerafettin Mağmumi’nin 1910 yılında yazdığına göre, Kafkasların yayla havasından gelmiş 74 bin insanın, sıcaklığıyla meşhur çukurova’ya yerleştirilmesi sonucu bir-iki yılda sayıları 4 binlere düştü.
Kıbrıs'a gönderilen 2600 kişiden bir yıl sonra hayatta kalanların sayısı sadece 218’di.
Osmanlı yönetimi Kuzey Kafkasyalı mültecileri,
- İmha tehditi altında olmaları,
- İslamlık sıfatı ve devletin toleransına olan güvenden kaynaklanan müracaatları,
- Boş devlet arazilerinin imarı ve yeni üretim gruplarının ekonomiye katılması,  
- Gelen göçmenlerin muharebe güçlerinin üstünlüğü,
- Sadakatlarından istifadeyle devlet otoritesi tanımayan konar-göçerlerin medenileştirilmesine sağlayacakları katkıyı... düşünerek kabul etmiştir.
 
İSKAN
Başlangıçta (1856), göçmenlerin din ve mezhebine bakılmaksızın 10 sene vergilerden, yirmibeş sene askerlikten muaf tutulmasına, hemen çadır verilmesine, fakirlerin evlerinin devlet tarafından yapılmasına, çiftçilik için hayvan ve techizat teminine, tohumluk ve yemeklik verilmesine, asayişlerinin teminine… dair emirleri bildiren talimatnameler yazılmışsa da, ilerleyen zamanda gelen kitlenin devletin imkanlarını aşan bir sınıra dayanması sebebiyle, yine herkese toprak verilmiş fakat diğer yardımlar sadece çok düşkünlere günlük tayın, askerlik muafiyetlerinin 5 seneye, vergi muafiyetlerinin de 3 seneye indirilmesine çevrilmiştir (1864).
Hükümet gelenleri zorunlu iskana tabi tutmanın uygunsuz olacağını, muhacirlerin nefretine yol açacağını dikkate alarak, iskanının sağlanmasından sonra istedikleri yerlere gitmekte serbest olduklarını fakat bu sefer yapılan yardımların gidilen yerde tekrar verilmeyeceğini hatırlatıyordu.  
Kafkas sürgünleri yönetim tarafından belli bir plan dahilinde iskan edildiler. Yerleşimlerde hem ülkenin seyrelen nüfus dokusunu sıkılaştırmak, hem Müslümanların azınlık olduğu bölgelerde İslam nüfusunu artırmak, hem de muharebe yeteneklerinden azami istifade edebilmeye dikkat ediliyordu.
Anadolu içlerinde bazı bölgelere, her 5 yerleşik aileye bir kuzey Kafkasyalı aile denk gelecek şekilde yerleştirilerek bölgesel yoğunluk oluşturmaları önlendi. Anadoluda  bugün dahi nüfusu 150 haneyi aşan Kafkas kökenlilere ait bir köy bulmak son derece zordur.
Sorunlu bölgelerde tampon olma, bataklıkları ıslah ve tarıma kazandırma, özellikle Marmara bölgesinde bozulmuş olan müslüman nüfus dengesini düzeltme ve ordunun asker ihtiyacını karşılamada çerkes sürgünlerden olabildiğince faydalanılmaya çalışılmış, Suriye, Filistin ve Balkan hudut bölgelerine yerleştirilmiştir.  
Kafkasyalıların iskan bölgeleriKafkas sürgünleri, Osmanlı İskan Politikaları doğrultusunda iki ana hat üzerinde yerleştirildiler:
1 - Sinop, Samsun, çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Yozgat, Kayseri, Kahramanmaraş çizgisini izleyen ilk yerleşim bölgesi Hatay’da Türkiye Cumhuriyeti topraklarından çıkarak bugünkü, Suriye ve ürdün topraklarında devam etmektedir. Bu hattın çevresindeki Muş, Kars, Adana vb. illerde de Kafkas kökenlilere ait yerleşim yerleri bulunmaktadır.

2 - İkinci bir hat ise yine kabaca, Güney Marmara yöresindeki çanakkale, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli, Düzce illeri boyunca uzanmaktadır. Ayrıca Kütahya, Afyon, Konya, Aydın vb. illerde de yer yer küçük kafkas köylerine rastlanmaktadır.

YİNE SAVAŞ, YİNE SüRGüN…
Geri dönmek ve anayurtlarını Rus bağımlılığından kurtarmak kararında olan çerkes göçmenler, 1877 - 1878 harbinde, kendi atları ve silahları ile gönüllü olarak akın akın Anadolu ve Rumeli’deki cephelere koştular. Süvari güçlerinin neredeyse tamamını Kafkasyalı göçmenler oluşturdu.
Kafkas savaşlarının son kahramanlarından Hacı Giranduk Berzeg ile Müşir Mocan Rauf Paşa, Mirliva Dağıstanlı Mehmet Muhlis Paşa, Mirliva Karzeg Dilaver Paşa ve Ferik Tuğa Fuat Paşa komutasındaki Adige, Ubıh ve Abhazlar’dan oluşan gönüllüler Rumeli’de;
İmam Şamil’in oğlu Gazi Muhammed Paşa, Musa Kundukh Paşa ve 2. Tümen Komutanı Bıjnav Muhlis Paşa emrindeki Düzce, Sivas, Tokat ve Samsun bölgesinden orduya katılan Adige ve Abhazlar Kars cephesinde;
Marmara bölgesi çerkesleri, çaçba Hasan ve Maan Kamlat gibi komutanların önderliğinde Kafkasya’ya yapılan çıkartmalarda görev aldılarsa da şansları yaver gitmedi. Abhazya’ya yapılan çıkartma başarısızlıkla sonuçlanırken Abhazya’dan toplu olarak 50.000 kişi; Dağıstan yöresinden de binlerce Kafkaslı daha yurtlarını terk etmek zorunda kaldı.
14 yıl önce Balkanlara yerleştirilen çerkesler de, 1878 yılının 3 Mart‘ında imzalanan Ayastefanos ve aynı yılın 13 Haziran’ında imzalanan Berlin anlaşmaları gereğince Suriye, Filistin ve Anadolu’ya nakledildiler.
Balkanlarda iskan edilen Kafkas sürgünleri ikinci kez göç ettirilmiş oldu.
 
TUTUNMA DöNEMİ
Zorunlu göçler Kuzey Kafkasya halkları için tam bir yıkım oldu. Yerleştirildikleri bölgelerde, devlet tarafından kendilerine gösterilen arazileri o güne kadar yayla, otlak v.d. şekillerde kullanmakta olan yerli halkla çatışmalara girmek zorunda kaldılar. Başlarını sokabilecekleri evlerini yapmak, verilen arazileri ıslah etmek, ekip dikmek, kendi ihtiyaçlarını görebilir hale gelmek yıllarını aldı. çaresiz kalanlar başıbozukluk yaparak çevrelerine rahatsızlık verdi. Ancak güçlü olabilenler ayakta kaldı.
Sürgündeki büyük kesimin, asgari geçim şartlarını sağlayabilme mücadelesi en az 1900’lü yılların başlarına kadar sürdü.
Bu arada, ürdün’e, Suriye’ye giden çerkesler gibi Osmanlı’ya gelen Kafkas kökenli bir kısım elit de, daha önceki yıllarda gelmiş ve sarayda vazife almış soydaşlarının da yol göstermesiyle kısa zamanda Saray ile iyi ilişkiler kurmayı başarmış ve devlet yönetiminde yer almışlardı. Osmanlı yönetimi de, Osmanlı-Rus Savaşları’nda kendi safında yer alan Kafkasyalılara devletin kapılarını açmıştı.  Kurulan bu iyi ilişkiler sonucu Kafkasyalılar Osmanlı’da hem asker, hem de sivil bürokraside önemli mevkilere gelmişlerdir.
 
çERKES İTİHAT VE TEAVüN CEMİYETİ
Osmanlı İmparatorluğunda II. Meşrutiyetin ilanı ile toplum hızla örgütlenmeye başladı. Kısa sürede farklı topluluklar tarafından oluşturulan birçok cemiyet ortaya çıktı. 1908 yılının Ağustos ayında İmam Şamil’in oğlu Gazi Muhammet Paşa’nın Koska’da bulunan konağında toplanan bir grup Kafkasyalı aydın da diasporadaki ilk çerkes örgütlenmesi olan, “çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti”nin temelini attılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çerkes elitler tarafından oluşturulan cemiyetin kuruluş tarihi 4 Kasım 1908’dir.
Bu cemiyetin içinde bir kaç komutan, birçok paşa, edebiyatçılar ve üniversite öğrencileri vardı. Osmanlı ordusunun önde gelen isimlerinden olan Mareşal Merted Abdullah Paşa, Mareşal Berzeg Zeki Paşa, Gazi Muhammed Fazıl Paşa, General Pooh Nazmi Paşa, General Şhaplı Osman Paşa, Loh Ahmet Hamdi Paşa derneğin aktif isimleri arasındadır. Bu isimlerin yanı sıra, Adige grameri üzerine eser veren ilk aydınlardan olan Ahmet Cavit Therkhet Paşa, asker ve yazar Met çunatuko İzzet Paşa ile General İsmail Berkok ve Osmanlı’da romanın temelini atanlardan biri olan Ahmet Mithat Efendi (Hağur) , çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”nin önde gelen isimlerindendi.
Seyin Timeçerkes Teavün Cemiyeti’nin müdavimlerinden biri de ilk çerkesce kitaplardan birinin yazarı olan Seyin Tıme’dir.
Osmanlı Devleti’nde yaşayan çerkeslerin yayımladıkları ilk gazete olan Guaze(Klavuz) başlangıçta haftada bir; bir süre sonra ise on beş günde bir olmak üzere Osmanlıca ve çerkesce, 8 sayfa halinde, toplam 58 sayı yayımlandı. Gazetenin sahibi Yusuf Suad Neguç, müdürü ise Tevfik Talat’tır. Gazetede sıklıkla yazılarını gördüğümüz kişiler Şahab Rıza, Met İzzet, Süleyman Tevfik, Ahmet Cavid, Hayriye Melek Hunç, Yusuf Suad ve Pışı Haluk’tur. çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin yayın organı olan “Guaze” 1914 yılında kapanana dek çerkeslerin sesi olmuştur.
çerkes Teavün Cemiyeti Kafkasya’nın değişik yerlerinde okullar açtı. İstanbul’da Arap harfleriyle alfabeler ve kitaplar hazırlayıp Kafkasya’daki bu okullara ulaştırdı. Bu kitaplar Bolşevik Devrimi’nden sonraki yıllarda bile ders kitabı olarak okutuldu. Cemiyet üyelerinden Butba Mustafa, Besney Zekeriya, Güsar Muhammed Zahid, Hıdzel İbrahim, Tleserıko Harun, Muhammed Habib, Neguç Suat, Tıgun Akif anavatandaki bu okulların açılmasını sağladılar ve bazıları bu okullarda öğretmenlik de yaptılar. çerkes Teavün Cemiyeti’nin sekreteri olan Tsağo Nuri, 1913 yılında vatanına dönerek Nalçikte açılan okulda öğretmenlik yaptı.
 
 
Hayriye Melek HuncçERKES KADINLARI TEAVüN CEMİYETİ
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kadınlar da sosyal hayatta yer almaya başladılar.  çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin başkanı Hayriye Melek Hunç Hanım’dır.    Hayriye Melek Hanım’ı yalnız çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’ndeki faaliyetleri ile değil; iki romanı ve diğer gazetelere yazdığı yazılar ile de görürüz. Bu açıdan bakıldığında, kendisi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk kadın yazarlardan biridir. 
çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin önde gelen simalarından bir diğeri ise Seza Poh’tur. Seza Hanım ise General Nazmi Paşa’nın kızıdır. İyi bir eğitim almış olan Seza Hanım, üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun oldu. çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti kurulduğu zaman aralarında yaptıkları ilk toplantıda Hayriye Melek Hunç Başkan, Seza Poh’da veznedar olarak seçildi. Seza Hanım genç yaşına rağmen çerkes Kız Numune Mektebi’nin müdürlüğünü de yaptı.
 çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin diğer üç kurucusu ise Makbule Berzek, Emine Reşit Zalique ve Faika Hanım’dır.
çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin en önemli faaliyetlerinden biri de 1919 yılında açtıkları çerkes örnek Okulu’dur. Beşiktaş Akaretler’de 52 numaralı binada açılan ilk ve orta düzeydeki bu okulda, hem çerkesce hem de Türkçe eğitim veriliyordu. Okulun müdiresi Seza Hanım; başöğretmeni ise Lami Cankattı. Matematik, tarih ve coğrafya derslerinin yanı sıra çerkesce dil-tarih dersleri de verilen okulda İngilizce ve Fransızca da öğretiliyordu. çerkes örnek Okulu 1923 yılında kapatılana kadar eğitim vermiştir. çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin yayın organı “Diyane” dergisi, 1920 yılının Mart ayında sadece bir sayı yayınlanmıştır.
çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin kuruluşundaki önemli bir amaç da anayurt Kafkasya’nın bağımsız olmasıydı. Bu konuda daha aktif çalışılması gerektiğinin farkında olan cemiyet üyesi çerkes aydınlar siyasi faaliyetlerle uğraşan başka cemiyetler de kurmuşlardır. Bunlardan ilki Kafkas Komitesi’dir.
 
Thuaga Müşir Fuat PaşaKAFKAS KOMİTESİ
1914’te Birinci Dünya Savaşı çıktı. Müşir Fuat Paşa, harp başladıktan sonra Türkiye’de yaşayan Kafkas ve Dağıstanlı bazı seçkinler ‘Türk Sıhhi Misyonu’ adı altında bir Kafkas Komitesi kurmuştu. Bu komite Kafkaslarda, bir kaç muhtar ülkeden müteşekkil bir devlet teşkilini ve bunun başına da bir Osmanlı prensinin geçirilmesini tasarlamıştı. Bir de Doğu Kafkaslarda Ruslara karşı bir isyan çıkarılması düşünülüyordu. Türkiye’de kurulan Kafkas Komitesi 1915 Kasım'ında, Thuaga Müşir Fuat Paşa Başkanlığında, Prof. Aziz Meker, Dr. İsa Ruhi Paşa ile 1 Azeri ve 2 Gürcü’den teşekkül eden bir heyeti Berlin ve Viyana’ya gönderdi. Ocak 1916’da heyet Avrupa Devletlerine momerandum vererek Kafkasyanın vaziyetini anlattı. Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan oluşan konfederatif bir devlet kurmak için Kafkas Komitesi’ne maddi, manevi yardımda bulunulmasını istediler.
 
ŞİMALİ KAFKASYA SİYASİ MUHACİRLER KOMİTESİ
Bir müddet sonra Haziran 1916’da Kafkasya Komitesi adını değiştirerek “Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirler Komitesi” adını aldı. Komite uluslararası alanda faaliyetlerde bulunuyor, kitaplar yayınlıyor, Rusya’daki gelişmeleri yakından takip ediyor, kültür işleri ile meşgul oluyor, Kafkasyadaki milli dil ve lehçelerde kitaplar hazırlıyor anavatana gönderiyordu.
Anavatana gidip soydaşlarına hizmet eden Nuri Tsağo, Yusuf Suat Neğuç, Dr. Ali Suat Asyok, öğretmen İbrahim Hıt’zel, Besni Hafız Zekeriya Efendi, Harun Tletseruk, Akif Tigun, Güsar Şeyh Muhammed Zahit Kevseri… komiteyle irtibatlı isimlerdi.
 
KUZEY KAFKASYA CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞU VE DİASPORA…
     1917 Şubatta Rusya’da ihtilal patlak verdi ve ardından çarlık yönetimi tarihe gömüldü. çeçici bir hükümet oluşturuldu. Bu değişimle çarlık işgali altında bulunan bütün topraklarda kımıldanma başladı. Tabii Kuzey Kafkasyalılar da harekete geçti. Hazar ve Karadeniz arasındaki bütün halkların temsilcilerinin katılımıyla 3 Mayıs 1917’de Terekkale’de 1’nci; 18 Eylül 1917'de Andi'de 2. Büyük Halk Kurultayı toplandı. Burada yüksek icra organı bir merkez komitesi oluşturuldu.
Anayasa niteliğinde kararlar alınarak Kuzey Kafkasya ve Dağıstan halklarının tek bir siyasî çatı altında birleştiği ilan edildi. Millî Meclis, bakanlar kurulunu seçerek tam yetki verdi. çeçen Abdülmecid çermoy Devlet Başkanı seçildi ve Bakanlar Kurulu çalışmalarına başladı.
Bu arada 17 Ekim’de Bolşevik ihtilali başladı. Bu yeni durumu değerlendiren hükümet 20 Kasım 1917'de Rusya'dan ayrıldığını ilân ederek, hızla, askerî, mali, zirai ve idari sahalarda gerekli devlet düzenlemelerine başladı.
 
Butba Mustafa ButbayŞİMALİ KAFKASYA CEMİYETİ
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin oluşum sürecine aktif olarak katılan diasporadaki çerkes aydınlar, bu maksatla çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin siyasi kolu olarak 1918 baharında Şimali Kafkasya Cemiyeti’ni kurdular. Şimali Kafkasya Cemiyeti’nin bünyesinde, diaspora çerkes teşekküllerinin aktif elemanları arasında gözüken Hüseyin Tosun'un yanısıra, Dr. Mehmed Reşid Bey, Bekir Sami Kundukh, İsmail Canbulat, Yusuf İzzet Paşa, Aziz Meker Bey, Hüseyin Kadri Şhaplı, Hayriye Melek Hanım gibi simalar da bulunmaktaydı.
Bu arada Nisan 1918'de Osmanlı - Transkafkasya görüşmelerini izlemek üzere, Devlet Başkanı Abdümecid çermoy ve Dışişleri Bakanı Haydar Bammat başkanlığında yola çıkan bir heyet, Tiflis ve Batum’da görüşmeler yaptıktan sonra, kendisi de Kuzey Kafkasya kökenli Miralay Hüseyin Rauf (Orbay) ile Trabzon'da temas kurmuştu. Konferansın çıkmaza girmesi üzerine Kuzey Kafkasya heyeti 6 Mayıs 1918 günü İstanbul'a geldi.
Heyet Osmanlı dış politikasında müessir muhaceret çevrelerinin oluşturduğu Şimali Kafkasya Cemiyeti aracılığıyla Osmanlı Hükümeti ile görüşmeler yaparak yardım anlaşmaları imzaladı. Heyetin, Osmanlı yetkililerinden aldığı "Kafkas halklarının bağımsızlığını tanımaya hazır olunduğu ve müttefiklerin de tanıması için gerekli girişimlerde bulunulacağı garantisi"nin arka planında diaspora siyasetçilerinin desteği yatmaktadır. Pera Palas'a yerleşen bu heyet, çeşitli zamanlarda diaspora kuruluşlarının yöneticileriyle gelişmeler hakkında bilgi alışverişi yapmış, 11 Mayıs 1918'de "Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti"nin ilanını gerçekleştirmişti.
Osmanlı Hükümeti, Kuzey Kafkasya Devleti'ni tanımakta gecikmedi. Osmanlı Devleti, yeni cumhuriyeti tanımakla beraber müttefiklerinden beklediği siyasî destek karşılıksız kaldı. Enver ve Talât Paşalar'ın Almanya nezdindeki girişimlerinden de sonuç alınamamıştı. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti olanca çabalara rağmen Osmanlı İmparatorluğu dışında hiç bir devlet tarafından "de jure" tanınmadı.
 
KAFKAS İSLAM ORDUSUİsmail Hakkı Berkok
Bu arada Beyaz Rus ordularının saldırıları ile Kuzey Kafkasyadaki mücadele gittikçe  şiddetleniyordu. Acilen yardıma ihtiyaç vardı. Nihayet İstanbul'daki muhaceret çevrelerinin yoğun çabası ile Osmanlı Devleti harekete geçti. 8 Haziran 1918'de imzalanan "dostluk ve karşılıklı yardım anlaşması" çerçevesinde Kuzey Kafkasya'ya gönderilen, çoğu eski muhacerete mensup askerlerden oluşan yaklaşık 20.000 kişilik "Kafkas İslâm Ordusu" Nuri Paşa komutasında Kafkasya'ya girdi.
Diğer taraftan Osmanlı Ordusu'nda görevli çerkes Subaylardan İsmail Berkok, Mithat Şhaplı ve Muzaffer Beyler teşkilât taburları ile dağ yolundan Kafkasya'ya ulaşmışlardı. Bu genç subaylar, yerli kuvvetleri organize etmeye başladılar. Yeni kurulan Kuzey Kafkasya Ordusu’na komutan tayin edilen Met çunatıko Yusuf İzzet Paşa, Kafkas İslâm Ordusu Kumandanı Nuri Paşa ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devlet Başkanı Abdülmecid çermoy düşmandan temizlenen Derbent'te bir araya geldiler. 13 Ekim 1918 günü yapılan büyük merasimden sonra top sesleri arasında Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin yedi yıldızlı bayrağı şehrin burçlarına çekildi.
Şiddetli çarpışmalar sonucu Kızıl ve Beyaz Rus birlikleri Kuzey Kafkasya'nın önemli bir bölümünden çıkartılmıştı. Kuzey Kafkasya'nın tüm bölgelerinde devlet teşkilâtlanmasını sağlamlaştırmak için çoğu çerkes Osmanlı subayları ile Millî Hükümet sıkı bir işbirliği içinde çalışıyorlardı. Her şeyin iyiye gittiği, Millî Hükümet'in güvenli bir çalışma ortamı bulduğu bir sırada, İstanbul'dan gelen bir haber bütün planları alt üst etti. 1. Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalamış, mütareke gereği Kafkas Orduları, Başkumandanlığa dönüş için emir almıştı. Kuzey Kafkasya'ya son derece olumlu hizmetler veren ordu, emir gereği 28 Aralık 1918'de gözyaşları arasında Kafkasya'dan ayrıldı.
 
İngilizlerin İstanbul'u işgaliŞİMALİ KAFKASYA CEMİYETİ KAPATILIYOR…
Bu arada, Osmanlı’da İttihad ve Terakki hükümetinin çökmesi, Şimali Kafkas Cemiyeti'nin çalışmalarını geriletmekle kalmamış, gelir kaynaklarını da önemli ölçüde daraltmıştı. Partinin lider kadrosu Osmanlı sınırları dışına çıkarken, 5 Kasım'da İstanbul Polis Müdürlüğü İttihadçıların ileri gelenlerinden ve çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti ile Şimali Kafkas Cemiyeti mensubu Dr. Reşid Beyi tutuklamıştı.
13 Kasım 1918'de "de facto" olarak İstanbul'un müttefiklerce işgaline başlandı. Bu aşamada cemiyetin ünvanı "Şimali Kafkasya Muhacirleri Cemiyet-i Hayriyesi"ne dönüştürüldü. Mütareke öncesinde titizlikle yapılan üye kayıtları gevşetilerek, başvuran herkesin cemiyet bünyesinde çalışabilmesine yol açıldı. Mütareke sonrası, "siyasetle uğraşmayan" bir yapı görünümüne bürünmesine rağmen, Şimali Kafkasya Cemiyeti, özellikle Damat Ferid hükümetinin baskısından kaçamadı. üyelerinin büyük kısmının aynı zamanda İttihadçı kadrolar arasında ya da yakınında yer alması, Şimali Kafkasya Cemiyeti 'nin İttihad ve Terakki'nin uzantısı ve propogandacısı olduğu izlenimini güçlendiriyordu. İngiliz komutanlığına bu yönde bilgi aktarılması üzerine, cemiyetin Beyoğlu'ndaki merkezi 21 Haziran 1919'de basılarak Şimali Kafkasya Cemiyeti kapatıldı.
Mekansız kalan cemiyet üyeleri kâh evlerde ya da otel odalarında, kâh "çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti"nde toplanarak bir yandan hedefleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürdü; öte yandan da Damat Ferid Paşa'nın iktidardan uzaklaştırılması için girişimlerde bulundu.
 
KUZEY KAFKASYA’DA DİRENİŞ…
Osmanlı Kafkas İslam Ordusu’nun çekilmesinden sonra genç devletin biri beyaz, biri kızıl iki düşman cephe karşısında durumu gittikçe ağırlaşıyordu. 15 Aralık 1918’de Devlet Başkanı Abdülmecid çermoy istifa etti. Yerine Pşimaho Kotse 2. Devlet Başkanı seçildi. çarcı General Denikin’in kuvvetleriyle kanlı savaşlar biribirini izleyerek sürdü. Adıgey, Karaçay, Kabardey ve Oset bölgeleri düşman tarafından işgâl edildi. Millî Kuvvetler Dağıstan ve çeçenistan'a çekilerek savaşa devam ettiler. Şiddetli savaşlar sonunda Kuzey Kafkasyalılar, bin kadarı kadın olmak üzere 20.000 şehit verdi.
Bu sırada büyük ümitlerle ve hırsla göreve başlayan Pşimaho Kotse hükümeti de 12 Mayıs 1919'da istifa etti. General Mikail Halil hükümeti kurmaya memur edildi. İngilizler'in de Denikin'i desteklemeleri, cephanesiz ve yardımsız kalan Kuzey Kafkasyalılar'a direnç imkânı bırakmamıştı. Ağustos 1919'da, uygun şartlar oluşuncaya kadar Millî Meclis tatil edildi, buna karşılık gerilla savaşı başlatıldı.
***
Direniş bu coğrafyadaki tüm grupların iştirakiyle, Uzun Hacı ve Akuşalı Ali Hacı'nın liderliğindeki "Savunma Konseyi" tarafından yönetilmeye başlandı. Maddi olanaksızlıklar ve politik açmazlarla uzun süredir boğuşan Kuzey Kafkasya'ya destek sağlanması amacıyla İstanbul'a gönderilen murahhasların seslendirdiği taleplerin muhatabı Şimali Kafkasya Cemiyeti olmuştu.
Şimali Kafkasya Cemiyeti 'nin Kuzey Kafkasya'ya göndereceği delegasyona dahil olacak isimler, 1918'de "Kuzey Kafkasya Kolordusu"nun kurmay başkanlığı görevini yapan Kur. Alb. İsmail Hakkı (Berkok) tarafından tesbit edildi. Bunlar Kur. Albay İsmail Hakkı (Berkok), Mustafa Butbay, Pilot Yüzbaşı Tevfik, Topçu üstteğmen İsmail Hakkı, Piyade Teğmen Cudi, Piyade Teğmen Muzaffer, Hakkı Bey ve 6 öğretmen asker idi. Delegasyona, Tiflis'te bulunan Aziz Bey de dahil olacak, yolculuğun finansmanı ise, cemiyetin kontrolündeki bir kasadan karşılanacaktı. Heyet 2 Şubat 1920 günü beş ay sürecek görevine başlamak üzere yola koyuldu.
6 Mayıs 1920'de çeçenistan Kayışyurt'ta Bolşevik toplarının tehdidi altında büyük bir kurultay toplandı. Kurultaya Türkiye'den İsmail Berkok, Aziz Meker ve Butba Mustafa Butbay beyler de katıldı. Uzun müzakerelerden sonra and içilerek mücadeleye devam kararı alındı, yeni bir temsilciler meclisi seçildi. Mücadelenin başına Türkiye’den gelen İmam Şamil’in torunu Sait Şamil geçti. önemli başarılar sağlandı. Birbiri ardına gönderilen Bolşevik kuvvetleri bozguna uğratıldı.
Bu arada Kafkasya'daki İtilaf kuvvetleriyle sağlanan temaslardan olumlu bir sonuç alınamamıştı, bu durumda Kur. Alb. İsmail Hakkı(Berkok) ile Aziz Beyler 27 Temmuz 1920'de Anadolu'ya geçmek üzere Trabzon'a döndüler.
Rusya'da da iç savaş sona ermiş, çarlık taraftarlarını tamamen yok eden Bolşevikler durumlarını sağlamlaştırınca bütün kuvvetleriyle Kafkasya üzerine saldırmışlardı. Nihayet 1921 Haziran'ında son direniş de çöktü ve Kuzey Kafkasya tamamen işgâl edildi.
 
TARİHİN ŞEREF LEVHALARI
Bu bağımsızlık mücadelesinde Abdülmecit çermoy, Pşimaho Kotse, Mikâil Halil Paşa, Haydar Bammat, Vassan Giray Jabağı, İbrahim Haydaroğlu, Nuh Bek Tarkolu, Uzun Hacı, Necmettin Gotskinski, Said Şamil, Met çunatıko Yusuf İzzet, General İsmail Berkok, Ali Han Kantemir, Mehmet Kadı Dibir, Ahmet Nabi Magoma, Aytek Namitok, Mareşal Tuğa Fuat Paşa, Aziz Meker, Hüseyin Tosun Şhaplı, Reşit Kaplan, Zübeyir Temirhan, Tausultan Şakman, Tugan Alkhaz, Gappo Bayattı, İbrahim Haydar, Cemil Cahit Toydemir ve Mürsel Bakü gibi yurtseverler bilfiil yer almışlardır.
Bu kadroların önemli bir kısmı yurt dışına çıkarak mücadelelerini siyasi alanda sürdürmüşlerdir.
 
MONDROS SONRASINDA çERKESLERİN DURUMU
Osmanlı İmparatorluğu, 1. Dünya Harbi’nin son zamanlarında birçok cephede ardarda yenilgiler aldı. En son Filistin cephesinde, Mustafa Kemal Paşa'nın komutanlığını yaptığı  7. Ordu'nun ani ricatıyla  Yıldırım Orduları’nın uğradığı bozgun sonrası yenilgi kesinleşti. Osmanlı yönetimi 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. ülke bir kaosun içine düştü. Askerler terhis edilmiş ve ortada kalmış, köyler iktisadi yönden büyük bir çöküntü içerisinde, eşkiyalık çoğalmış, etnik ve siyasi çekişmeler ve çatışmalar tırmanmaya başlamıştı. Bir taraftan İngilizlerin, diğer taraftan İstanbul Hükümetleri ve muhaliflerinin; bir tarafta İttihat ve Terakkicilere karşı bir tavır içindeki Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlılarının etkin oldukları ciddi bir kargaşa yaşanıyordu. Marmara Bölgesi gibi çerkeslerle birlikte diğer etnik toplulukların da yoğun olduğu hassas bölgelerde işgal kuvvetlerinin tahrik, teşvik ve yardımlarıyla asayişsizlik tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdaydı.
çerkeslerin de içine çekilmeye çalışıldığı bu etnik tahrikleri dikkate alan Şimali Kafkasya Cemiyeti, 24 Şubat 1919 günü cemiyet merkezinde, diğer Kuzey Kafkasya muhacir kuruluşlarının ve asker/bürokrat tabakaya mensup bazı simaların katılımıyla Osmanlı sınırlarındaki ve Kafkasya'daki son gelişmelerin ele alınacağı bir toplantı gerçekleştirdi. Müşir Fuad Paşa'nın oturum başkanlığındaki bu toplantıya, aralarında Hüseyin Rauf Bey(Orbay) de  olmak üzere 108 kişi iştirak etti. Mutabık kalınan konuların, bir kurul aracılığıyla Padişah'a bildirilmesi karara bağlandı. Bu karar, Mareşal Fuad Paşa’nın başkanlığında Mareşal Berzeg Mehmet Zeki Paşa, Abuk Ahmet Paşa, Karzek Süleyman Paşa ve Kazak Süleyman Paşa’dan oluşan 5 paşa tarafından Osmanlının son padişahı Vahdettin’e iletildi. Cemiyetin elemanları da bir müddet sonra, kararlar doğrultusunda, özellikle güney Marmara ve İzmit-Düzce arasında Kuzey Kafkasya muhacirlerinin yoğun olduğu yörelerde "vatandaşlar arasına düşmanlık sokan, memleketin sükun ve rahatını bozan serkeşlere" nasihatler vermek üzere çalışmalara koyuldu.  İstanbul’dan Binbaşı Sıtkı Getsev ve Mustafa Butbay’dan oluşan nasihat heyeti bölgeyi gezerek çalışmalar yapmışsa da kargaşanın tırmanması üzerine istenilen sonuç alınamamıştır. 
 
Şhaplı Hüseyin TosunŞİMALİ KAFKASYA CEMİYETİ’NİN KADROSU DAĞILIYOR…
Bu arada Şimali Kafkasya Cemiyeti'nin yaşamındaki dramatik safha, delegasyonun Kafkasya’ya hareketini takip eden birkaç hafta sonra ortaya çıkmıştı. Cemiyete doğrudan ya da dolaylı destek sağlayan bazı önemli isimler (eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf, eski Dahiliye Nazırı İsmail Canbulat, eski Karesi mebusu Hüseyin Kadri, Şimali Kafkasya Cemiyeti başkanı ve "Milli Ajans Müdürü" Hüseyin Tosun, eski Edirne Valisi Zekeriya Zihni, İstanbul Merkez Komutanı Ali Said Paşa, Mürsel Paşa), İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Malta'ya sürüldü. Şimali Kafkasya Cemiyeti 'nin aynı kaderi paylaşmayan diğer üyeleri ise Anadolu hareketine destek çalışmalarını yoğunlaştırdı. Malta sürgünlerinin tamamına yakını da, dönüşlerinde aynı doğrultuda hareket etti.
                                                         ***
TüRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞUNDA KAFKASYALILAR
 
Amasya Tamimi ve Erzurum KongresiErzurum Kongresi katılımcıları
Kafkasyalılar, Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda da aktif rol aldılar. İşgal edilen İstanbul’da İngilizler tarafından kontrol altında tutulan Sultan Vahdettin, kurtuluş savaşını örgütlemesi için Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın öncülerinden Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir, Refet Bele ve Rauf Orbay 18 Haziran 1919 günü buluştukları Amasya’da sabaha kadar izlenimlerini birbirlerine anlatıp, daha fazla zaman kaybetmeden tehlikeleri millete en açık şekliyle anlatmak gerektiği konusunda fikir birliğine varırlar ve bir tamim(genelge) yayınlarlar. Türk halkınca başlatılan direniş hareketlerini tek merkezde toplamayı amaçlayan genelge. aynı zamanda kurtuluş savaşının ilk esaslı belgesidir. Kurtuluş savaşının amaç, gerekçe ve yöntemi ilk kez bu belgede belirtilmiştir.
Amasya’dan Erzurum’a geçen Mustafa Kemal, il toplantısından bölge kongresine çevirilen toplantıda vilayetlerden gelen 56 delege ile bir araya geldi. Mustafa Kemal kongreye 48 oyla başkan seçilmiş ve kongre, çalışmalarını 7 Ağustos tarihine kadar sürdürmüştür .
Erzurum’da, ileriki yılların uygulamalarında da daima göz önünde tutulacak kararlar alan kongre, başkanlığını Mustafa Kemal’in yapacağı dokuz kişilik Temsil Heyeti’ni seçtikten sonra dağılmıştır.
9 kişilik Temsil Heyeti’nin 2 üyesi Kafkasyalıdır (Bekir Sami Bey ve Rauf Bey).
 
Sivas Kongresi
Erzurum Kongresinin ardından tüm Türkiye’yi ilgilendiren ve genel bir kongre olan Sivas Kongresi yapıldı. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919‘da başlamış ve 11 Eylül 1919’da dağılmıştır. Erzurum Kongresi gibi bölgesel olmayıp tüm ülkeyi temsilen yapılmıştır.
Sivas Kongresi tarafından seçilen Heyet’i Temsiliye üyelerinin sayısı 16 kişidir ve bunların da 5’i Kafkasyalıdır.
Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra İstanbul’daki Damat Ferit hükümetinin değiştirilmesi için bir dizi çalışma yapılmıştır. Bu aşamada Anadolu’daki Kafkasyalı komutanlar, İstanbul’da bulunan Kafkas kökenli komutanlara ulaşmış ve onların sayesinde Padişaha baskı yaparak İngilizlerle işbirliği yaptığı iddia edilen Damat Ferit Hükümeti düşürülmüştür.
 
Bekir Sami Kundukh, Mustafa Kemal, Rauf OrbayAmasya Mülakatı ve Kafkasyalılar
Yapılan bu kongrelerin ardından İstanbul’da bulunan Hükümetle Anadolu’daki yeni otorite karşılıklı görüşme kararı almıştır. İstanbul Hükümeti adına Salih Paşa; Heyeti Temsiliye adına da Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Bekir Sami Beyler 18 Ekim 1919’da Amasya’ya ulaşırlar. Beşinci Kafkas Tümeni Kumandanı Cemil Cahit Bey’in evinde 29 Ekim 1919 günü başlayan görüşmeler, tutanakla birlikte 4 ayrı protokol imzalanması suretiyle tamamlanmıştır.
Amasya Mülakatı’nda hazır bulunan ve karara iştirak eden Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf Orbay, Bekir Sami Kundukh, Salih Paşa ve Cemil Cahit Toydemir’den oluşan beş kişilik heyetten sadece Mustafa Kemal Paşa Kafkasyalı değildir.
İki hükümet adına söz söyleyen 5 kişiden 4’nün Kafkasyalı olması, Kafkasyalıların Türk kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında ne denli etkin bir destek verdiklerinin açık bir kanıtıdır.
 
Ethem Bey ve Kuvva-i SeyyareMustafa Kemal,Ethem Bey ve adamları
Savaş öncesi yapılan bu çalışmalar bir yana, İzmir’in İşgali ile başlayan gayri nizami savaşta da çerkesler ön cephelerdeydi. İzmir’i işgal eden ve ardından Anadolu’ya doğru ilerleyen Yunan ordusunu durdurmak amacıyla Ege Bölgesinde kurulan Kuvva-i Milliye’yi General Aşir Atlı ve Pşav Ethem yönlendirdi. Yunanlıların ilerlemesini durduran Ethem Salihliyi ele geçirdi. Ardından Anadolu’daki isyanları bastırdı. Ethem manevralarıyla düzenli ordunun oluşturulması için Ankara’daki hükümete zaman kazandırdı.
Pşav Ethem bu isyanları bastırırken çok sert davrandı. öyle ki, Ankara Hükümeti ile anlaşan ve Kuvva-i Milliye’ye katılmayı taahüt eden Sefer Berzeg, Maan Koç Bey, Kesebiy Abdulvahhap Bey’le birlikte 51 çerkesi Düzce’de idam etti.
Bu arada düzenli ordunun kuruluşu döneminde Pşav Ethem ve Ankara’daki hükümet arasında anlaşmazlıklar oldu. özellikle İsmet İnönü ile Pşav Ethem arasındaki anlaşmazlıklar sonrasında kayıt altına girmek istemeyen Ethem Bey 1921 Ocak ayı ortalarında Yunanlılardan bir geçiş koridoru isteyerek kuvvetlerini dağıttı. Şubat sonunda önce İzmir'e, oradan da Atina'ya geçti. Ankara İstiklâl Mahkemesi'nin, ağabeyleri ve yakın adamlarıyla birlikte, Ethem Bey'in de gıyabında verdiği 9 Mayıs 1921 tarihli ve 573 sayılı karar ile "Müsellahan takibi hükümet cürmünü irtikap ederek, düşman tarafına firarından dolayı” idama mahkum oldu. Türkiye'den ayrıldıktan sonra, önce Berlin'e gitti. Daha sonra, bir süre Kahire'de yaşadı ve son yıllarını ürdün ve Lübnan'da geçirdi. Ethem Bey 1948 yılında ürdün’de öldü.
 
Cumhuriyetin İlanı ve Azınlıklara Yönelik Politikalar
Türkiye cumhuriyetinin ilanı, kuzey Kafkasyalılar'ın sosyal ve siyasal yaşamına keskin bir gerileme getirmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte kurulan yeni devlet, ağır sanayi ve kalkınmadan çok, kültür ve kültürel kimlik konularında kapsamlı projeler geliştirmeye başladı. Türkiye cumhuriyetinin ilanından sonra azınlıklar kuvvetli bir Türkleştirme politikasına maruz bırakıldı. Temel amaç her yönü ile homojen bir Türk Ulusu oluşturmaktı. Etnik olarak heterojen nüfus arasında ulusal şuur oluşturma ve herkese Türk kimliğini giydirme resmi hükümet politikası oldu.
 
Soyadları Değiştirildi
"Soyadı Yasası" altında binlerce yıllık mazisi olan soyadlarından vazgeçmeye zorlandılar. Bugün Türkiye'deki Kuzey Kafkasyalılardan sadece Hatay bölgesinde yaşayan çerkesler kendi sülale adlarını taşımaktadırlar.
 
çerkes Köyleri Sürüldü
1922 sonu ile 1923 yılı başlarında Ethem Bey’e ve Anzavur Ahmet’e destek verdiği, bazı Yunan çetecileri sakladığı öne sürülen Gönen ve Manyas bölgesindeki 14 çerkes köyünün halkı, suçlu-suçsuz, çoluk-çocuk, yaşlı-genç ayırımı yapılmadan cebren Doğu Anadolu’ya sürgün edildi. öteki köylerden bazılarına da sürgüne yollanacakları kararı tebliğ edildi. üstelik Başbakan Rauf Bey ve birçok Kafkas kökenli Paşanın varlığına rağmen…
Kafkasyalılar adeta oyuna getirilmiş, kuruluş sürecine verdikleri emekler yok sayılmış ve bazıları için ikinci, bazıları için de üçüncü kez sürgün başlatılmıştı. Gönen, Manyas ve Bandırma’da yerleşik Kafkasyalıların, suç isnad edilerek Afyon, Sivas, Tokat, Urfa, Muş, Bitlis, Konya ve Malatya taraflarına dağıtılması suretiyle asimile edilmesi amaçlanıyordu.
Sürgün uygulamalarının ilki 18 Aralık 1922 tarihinde Gönen’in Mürüvvetler (çizemuğ hable) köyüne tatbik edilmiştir. Topluca sürülen bu köyle ilgili etkin bir tepkinin olmadığı görülünce de 2 Mayıs 1923 tarihinde diğer 13 çerkes köyünün sürgün kararnamesi uygulamaya konulmuştur. Her ailenin ancak bir kağnı arabasının götürebileceği kadar eşyasını alabileceği sınırlamasıyla başlatılan sürgünde, çerkesler mallarını yok fiyatına elden çıkarmak zorunda bırakılmışlardır. Jandarmalar Aşeni Fetgerey Şoönutarafından kuşatılan köylere giriş-çıkışlar yasaklanmış, belirli alıcıların insafına bırakılan satışlarda normal fiyatı 200 lira olan bir çift öküz en çok 30 liradan, koyunun çifti 7-8 liradan, en kaliteli atlar 20-25 liradan elden çıkarılmıştır.
Sürgün kararının kaldırılması için TBMM’ye uzun bir dilekçeyle başvuran ve dilekçeyi yayınlamaları için gazetelere de gönderen Mehmet Fetgerey Şoenu, bir daha hayatı boyunca yazı yazmama ve yayınlatmama cezasına çarptırılmıştır.
Daha sonra, sürgün kararı 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması'nın ilgili maddeleri gereği af kapsamına girdiğinden durdurulmuş; sürülen 14 köyün sakinleri ise 1 yıl sonra nüfusları azalmış olarak köylerine geri gelmiş fakat işgale uğrayan ev barklarını ele geçirebilmek için yeniden bedel ödemek veya mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
 
Okul ve Dernekler Kapatıldı
1923 yılında diğer azınlıklarla birlikte çerkeslerin kurmuş olduğu dernekler, okullar ve çıkardığı gazeteler de bir bir kapatılmıştır.  çerkes İttihad Teavün Cemiyeti ve çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti Lozan Antlaşmasından bir ay sonra Ağustos 1923’te; çerkes örnek Okulu ise Milli Eğitim Bakanlığının İstanbul Maarif Müdürlüğüne verdiği emir ile 5 Eylül 1923 tarihinde kapatılmıştır.
 
150’liklerin 86’sı çerkesPşav Ethem Bey
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması birçok alt anlaşma ve sözleşmenin yanı sıra, genel af yasa ve protokollerini de içeriyordu. Ama, istisnai bir hüküm, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, Kurtuluş Savaşı sırasında “İtilaf Devletleriyle ya da İstanbul hükümetleriyle işbirliği yapmış 150 kişiyi af kapsamı dışında tutma, bunların Türkiye’ye girmesini ya da Türkiye’de oturmasını yasaklama” hakkını tanıyordu. Lozan Antlaşması ve buna bağlı af yasaları yürürlüğe girdiğinde söz konusu 150 kişinin adları henüz saptanmamıştı.
Heyet-i Vekile’nin başında olan Rauf (Orbay) Bey böyle bir listenin hazırlanmasına hiç yandaş değildi. Yüzellilikler konusu TBMM’nin 16, 22, 23 Nisan 1924’teki gizli birleşimlerinde ele alındı. Bakanlar Kurulunun hazırladığı liste Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından onaylanarak kesin biçimini aldı ve 1 Haziran 1924’te kararname halinde yayımlandı. Listede M. Kemal Paşa’nın otoritesine başkaldıranlar ile ileride muhalefeti muhtemel kişilerin olmasına dikkat edilmişti.
...Ve 150 kişilik listenin 86’sı  çerkesti.
Ethem Bey’in geçiş protokolü ile Yunanlılara teslim oluşundan sonra serbest bırakılan adamları genellikle yöredeki köylerine geri dönmüşlerdi. Bu olaydan sonra o ana kadar büyük fedakarlıklar gösteren ve düşmanın karşısına ilk dikilen yöre çerkeslerinin aleyhinde bir hava hakim olmaya başladı. Yayınlanmamış bazı hatıratlara göre, Ankara’dan talimat verilmiş görüntüsü içerisinde çerkeslere karşı bir sindirme politikası uygulanmaya başlandı. Bölgedeki Kara Hasan ve Arnavut çetelerinin terörü, Ahmet Anzavur’un bu mıntıkada İstanbul Hükümeti lehine çalışmalara ve isyanlara başlamış olması, Mustafa Kemal'e suikast teşebbüsleri bahane edildi.
Adamı olanların listelerden çıkartıldığı; zamanında Anzavur ve Ethem’in yanında bulunmuş sahipsiz ve savunmasız birçok Kafkasyalı’nın listeye konulduğu, sağlıklı olarak düzenlenmediğinde araştırmacıların mutabık bulunduğu 150’likler listesine genellikle yöre insanları ve daha çok da Kafkasyalılar alınarak haksız yere cezalandırılmışlardır.
Türkiye sınırları dışına deport edilmeleri kararlaştırılan “Yüzellilikler” 28 Mayıs 1927’de kabul edilen bir yasa ile yurttaşlıktan da çıkarıldılar. Türkiye sınırlar içinde mülk edinme ve miras devretme hakları da ellerinden alındı. 
29 Haziran 1938’de kabul edilen Af Kanunu ile bağışlandılar ama çoğu Türkiye’ye dönmedi.
 
Mahalli Diller Yasaklandı
Kimlikler üzerindeki baskılar 1950’li yıllara kadar artarak devam etti. ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ kampanyaları düzenlenip, çerkes köylerine ‘çerkesce konuşmak yasaktır’ ilanları asıldı. çerkesce köy isimleri değiştirildi. Birçok aile çocuklarına Kafkas dillerinde isim taktıkları için mahkemelere verildiler ve çocuklarının isimleri değiştirildi. Bu durum uzun yıllar sürdü.
                                                                    ***
 
DEMOKRATİK SİSTEM VE DERNEKLERİN YENİDEN AçILMASI
Türkiye II. Dünya Savaşından sonra Amerika’nın da etkisiyle çok partili sisteme geçti. 1923 yılından bu yana devam eden tek parti dönemi kapandı. ülkede demokratik kurumlar oluşmaya başladı. Amerika Birleşik Devletleri aynı dönemde birçok ülkeye yaptığı ekonomik yardımları Türkiye’ye de yaptı. ülkeye bir anda binlerce tarım makinesi, traktör ve sanayi aracı girdi. 
Bu durumda kırsal kesimde yaşayan fazla iş gücü kentlere akmaya başladı. Doğal olarak Kafkasyalılar da büyük kentlere göç etmeye başladı. Artık şehirler okumak ya da çalışmak için gelen Kafkas kökenlilerle doluyordu. Kuzey Kafkasya etnik kimliğine meraklı bir aydın sınıfı da ortaya çıkmaya başladı. Demokratik ortamın da güçlenmesiyle Kafkasyalılar ilk derneklerini oluşturmaya başladı.
 
Said ŞamilCUMHURİYET DöNEMİNİN İLK SİVİL TOPLUM KURULUŞU
1951 yılında İstanbul’da Kuzey Kafkasyalılar Türk Kültür ve Yardım Derneği kuruldu. Derneğin idare merkezi Sultanahmet’teki Divan yolunda idi. Kurucuları Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin eski yöneticileri, Bolşevik Devrimi’nden ve İkinci Dünya savaşından sonra Türkiye’ye yerleşen Kafkasyalılardı. 17 kişilik kurucular listesinde Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devletinin 2. Başkanı Pşimaf Kodze ile birlikte, Wassan Giray Cabağı, Aytek Namitok, İmam Şamilin torunu Said Şamil gibi tanınmış kişiler vardı. Bu kurum yaklaşımlarını, kurucularının politik kimliğine uygun bir şekilde geliştirdi. Sonradan ismi önce Kuzey Kafkasyalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği, sonra da Birleşik Kafkasya Derneği’ne çevrildi. Dernek, ilk zamanlardaki etkinliğine sahip olmasa da, İstanbul Fatih’teki merkezinde aynı ideale bağlı olarak varlığını ve çalışmalarını devam ettirmektedir. Derneğin Kafkasya’yı konu alan çok sayıda dergi ve kitap yayını vardır.
1952 yılında İstanbul’da ikinci bir dernek daha kuruldu. Kafkas Kültür Derneği adını taşıyan bu derneğin kurucuları ise daha çok Türkiye doğumlu Kafkasyalılardı. Bugün Bağlarbaşı Kafkas Kültür Derneği adıyla tanınan bu dernek daha ziyade halk dansları ve kültürel faaliyetlerle meşgul oldu.
İstanbul’da bulunan Kafkasyalılar uzun yıllar boyunca bu dernekler sayesinde toplanabilmiş ve kültürlerini yaşatmaya çalışmışlardır.
***
Mustafa Zihni Hizaloğlu1961 yılında da Ankara’da yaşayan Kafkasyalılar ‘Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’ adını verdikleri ilk derneklerini kurdular. Kurucuları M. Zihni Hızaloğlu, İzzet Aydemir, Hasan Dinç, İhsan Bulur, Necati İtez, Hayrettin Şen, Cemal özpolat, Orhan ünal ve Kaya Erdem’di. Derneğin ilk başkanlığını M. Zihni Hızaloğlu üstlendi.             
Ankara Kuzey Kafkasya Kültür  Derneği, kuruluşunun ilk yıllarında tamamen kültür ağırlıklı bir dernek olarak kendini gösterdi. Kafkas dansları, tiyatro ve dergicilik faaliyetlerinde bulundu.
1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, aşamalı olarak Kuzey Kafkasya diasporalarına da Türkiye toplumuna mahsus siyasal bölünmeler yansımaya başladı. Kuzey Kafkasyalılar, soğuk savaşın getirdiği sol söylemler ile anti-komünist söylemler ekseninde ayrıştı.
Ankara Kafkas Derneği, ilerleyen dönemlerde sosyalist fikirlere yakın duruşu ve “Sovyet Devrimini Türkiye’ye ihraç etmek maksadıyla kurulmuş Rodina Derneği”nde “görevli” Adige kökenli şahıslar aracılığıyla anavatanla ilişkiler kurmayı "başardı". Kendini “dönüşçü” olarak isimlendiren bu kesim Kuzey Kafkasyalılar'ın anayurtlarında kendi ideal yerel pratiğini oluşturduğunu ve Sovyetler Birliği'nin bu konuda verdiği desteğe müteşekkir olmak gerektiğini söylüyerek, "hemen dönüşü” savunuyor; bu maksatla dergi ve gazeteler çıkartıyordu. Söylem ve yayınlarında yer alan “Sosyalist Kafkasya"ya abartılı övgüler Kafkasyalı tabanda kabul görmedi. Genç radikaller, şehirli grupları ve kırsal çoğunluğu yanlarına çekmekte başarısız oldular.
1991’de Sovyetlerin dağılması sonrasında hiçbir somut proje ortaya koyamayan “dönüşçü” hareket, fikrin öncülüğünü yapanların da Kafkasya’ya dönmemesi sonucu diasporadaki prestij ve etkinliğini tamamen yitirdi.
***
1990’LARDAN SONRA KAFKAS  STK’LARI
İlk Kafkas Derneğinin kurulduğu 1951 yılından bugüne kadar Türkiye’de iki askeri darbe ve bir de askeri muhtıra gerçekleşti. Derneklerin her darbeden sonra kapatılması ve üç beş yıl sonra yeniden açılması Kafkas kökenlileri hep temkinli olmaya zorladı ve zaman kaybettirdi.
1990’lara kadar, Kuzey Kafkasya'ya ait organizasyonların faaliyetleri hep sınırlı tutuldu. Sistem, derneklerin, diğer etnik gruplarla kaynaşmaya mani olacak fonksiyon kazanmamasına özellikle dikkat etti.
Sovyetler Birliği'nin perestroika politikası, diasporadakilere, atayurdunu ziyareti ve kuzey Kafkasya'dan ilim adamları ve siyasetçileri davet etmeyi mümkün kıldı. Türkiye'de, kuzey Kafkasyalı entelektüellerin katkıları olan periyodikler yayımlanmaya başladı.
Kurulan bu bağlantılarla Kuzey Kafkasya'lı etnik gruplar Kafkasyadaki cumhuriyetlerden etkilenmeye başladı. Etnik bazda yeni bazı organizasyonlar kuruldu; Asetin, Abhaz, Karaçay dernekleri gibi.
Kafkasyalı kimliklere sahip çıkılmaya; Rusya ve Türkiye'deki menfi uygulamalara yüksek sesle eleştiriler getirilmeye başlandı.
Türkiye'deki Kuzey Kafkasya organizasyonları çoğunlukla kültürel alanda aktifti ve coğrafi dağılmanın sonucu olarak organizasyonlar da geniş bir alana yayılmıştı. Bu dağınıklığı gidermek maksadıyla kurumlar arası birlik çalışmaları sonrasında iki federasyon ortaya çıktı: Kafkas Dernekleri Federasyonu ve Birleşik Kafkasya Dernekleri Federasyonu.
Ayrıca bu dönemde bir çok yeni vakıf ve dernek de kuruldu.
Kuzey Kafkasya toplumu içindeki bu bölünmeleri sadece bir zaafın değil, aynı zamanda bir canlılığın işareti de saymak gerekir.
Türkiye’de 1950 yılından bugüne kadar dernekler 80’den fazla dergi ve gazete çıkartmıştır. Ancak birçok dergi uzun ömürlü olamamış, ya maddi nedenlerle, ya siyasal veya diğer nedenlerle kapanmıştır.
 
ANAVATAN, SAVAŞLAR VE DİASPORA
Kafkasyayla temaslar artınca anavatanlarına gidip iş kurmaya ve yerleşmeye niyetlenenler oldu.
Ancak önce Abhaz-Gürcü savaşı, sonra da Rus- çeçen savaşı ile bu ümitler hayal kırıklığına dönüştü. Kafkasya’nın 126 yıl önce bıraktıkları gibi kan ve savaşla yoğrulduğunu görmek diasporadakileri hayal kırıklığına uğrattı.
Savaşlar diasporadakilere bir taraftan ulusal kimliğin uyanması sonucunu getirirken, bir taraftanda yeni endişeler getirdi.
Abhaz milliyetçileri, demografik tehditi görüyor ve diasporadakilerin dönüşünü umuyordu. Gürcistan hükümeti ise bu politikaya kuvvetle karşıydı. 1992'de, Abhazya Devlet Başkanlığı diasporanın göçünü kolaylaştırmak için bir birim kurdu. Sohum’da da sürgünü simgeleyen kocaman bir anıt ve yanına da bir caminin inşa edilmesi kararlaştırıldı. Diasporadakilerin döneceği umuluyordu.
1992 Ağustos'unda Abhazya'nın Gürcü kuvvetleri tarafından istila ve talanı, Türkiye'de kuzey Kafkasyalılar arasında şok etkisi meydana getirdi. Abhazya’ya silahlı müdahale, Kuzey Kafkasya tarihinin en büyük dayanışmasını doğurdu. Kuzey Kafkas halkları ve diasporaları Rusların tüm engelleme çalışmalarına karşın Abhazlara yardıma yetişti.
16 Ağustos 1992'da Istanbul'da gösteriler yapılarak Abhazya'nın istilasına karşı Ankara ve Türkiye hükümetinin pasif duruşu protesto edildi. Kuzey Kafkasyalılar aniden Türkiye'de siyasal bir faktör oldu.
O zamanki mevcut derneklerin ortak iradesiyle Abkhazya için yeni bir organizasyon ortaya çıktı: Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi.
Abağba BahadırKafkas Abhaz Dayanışma Komitesi, yeni bir Abhazya inşasına katkı için Abhazya yönetimiyle yakın temaslar kurdu. Abhaz Dayanışma Komiteleri, Kuzey Kafkasya diasporalarının olduğu diğer ülkelerde de ortaya çıktı. Komite, faaliyetlerini lobi yapmakla sınırlayınca asla etkili bir siyaset vücuda getiremedi.
Savaşa giren Abhazya'yı desteklemek için para ve mal toplandı, gazetelere ilanlar verildi. Yüzlerce genç, gönüllü olarak Abhazya'ya savaşmaya gitti, pek çok kişi geri dönüş planları yapmaya başladı. Kültürel organizasyonlar siyasal anlamlar kazandı. Savaş hem Türkiye'de, Kuzey Kafkasya toplumları arasındaki etkileşimi, hem de Suriye, ürdün, Almanya, Birleşik Devletlerinde kurumlara üye olanların sayısını arttırdı.
Bu savaşa Türkiye’den de etkin katılım oldu. Savaşa katılanlardan Tsıba Efkan çağlar, Kozba Vedat Akar, Zafer Alış, Bağba Bahadır özbağ, Yeğoj Hanefi Aslan cephede şehit oldu.
***
çeçenistan için de benzer süreçler yaşandı. çeçen mücadelesinin lehinde çalışmak üzere Kafkas çeçen Dayanışma Komitesi oluşturuldu. çeçenistan'da uygulanan Rusya politikalarına karşı sert tavır alındı. Türk otoriteler harekete geçmeye çağırıldı.
çeçenistan'da savaşa katılan diaspora gönüllülerinin sayısı hakkında hiçbir güvenilir bilgi yok ama önemsiz bir rakama tekabül ettiği tahmin ediliyor. çeçen direnişçilerin tarafında Kuzey Kafkasyalı ve etnik Türklerden oluşan 50 kadar T.C. vatandaşının olduğu tahmin ediliyor.
  ***
Diaspora Anavatanıyla geniş ölçüde ilgilenmeye devam ediyor. Fakat Kuzeybatı Kafkasya'ya yüzbinlerce çerkes’in dönüşü reel görülmüyor. Nitekim bugüne kadar dönenlerin sayısı 1500 kadardır. Dönenler herzaman olacak ama görünen o ki bu dönüşler istatistiki bir değişim getirmeyecektir. Kuzey Kafkasya'da bugün diasporadan birilerine rastlamak olağandışı değil. Ama onlar sadece dönüşçü değil, bazıları işadamı, bazıları öğrenci, bazıları da turist...
 
Anadolu'da bir Adiğe ailesiNüFUS
Türkiyede yaşayan Kafkasyalıların sayısı tam olarak bilinmemektedir. Kafkasyalıların, 1965 yılına kadar olan Türkiye nüfus istatistiklerine yansımasını ancak “anadil” kategorisine bakarak takip edebilmek mümkün olabilmektedir. Ancak bu sayımların hiçbirisi sağlıklı değildir.
çünkü;
Kurtuluş savaşı yıllarında Türkiye halkı “İslami unsurlardan müteşekkil…” olarak nitelendirilirken, ülkede kontrolün sağlanmasıyla ortalığa “Ne mutlu Türküm diyene” sloganlarının hakim olması;
çerkes Ethem, Anzavur, Yakın Doğu çerkeslerinin Hukukunu Müdafaa Cemiyeti faaliyetleri, Atatürk’e suikast girişimleri… bahane edilerek Kafkasyalılar üzerinde baskı kurulması;
Manyas yöresindeki 14 çerkes Köyünün topluca doğu vilayetlerine sürülmesi;
Birçok köyün son anda çıkan afla sürgünün kıyısından dönmesi;
Türkçe dışında eğitim veren dil gruplarına ait cemiyet ve okulların tamamının kapatılması;
Yıllarca süren “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla farklı dil gruplarına mensup olanların baskı altına alınması…sorulara verilen cevapları etkilemiş, kimse kendini "fişletmek" istememiştir.
Tabiidir ki hem bu “atmosfer”, hem de “sayım memurlarının özel gayreti” nedeniyle Türkçe dışında bir dil konuşanları doğru şekilde tespit etmek mümkün olamazdı.
Peki bu istatistikler ne anlatıyor?
Türkiye Cumhuriyetindeki ilk nüfus sayımı 28 Ekim 1927 tarihinde yapılmıştır ve o günden bugüne yapılan hiç bir sayımda etnik köken sorulmamıştır.
- 1927 ve 1935 sayımlarında "âile arasında konuşulan dil nedir?" sorusuna cevap aranmıştır.
- 1940 ve 1950 nüfus sayımında, "ev içinde konuşulan dil nedir?" sorusu,
- 1955 sayımında "ev halkının kendi aralarında konuştuğu dil nedir?" sorusu
- 1960 ve 1965 sayımında ise, "ev içinde ve âile içinde konuşulan dil nedir?" sorusu yöneltilmiştir.
Benzer bir soru 1970-1985 dönemini kapsayan 4 sayımda da yer almış, ancak sonuçları açıklanmamıştır. 1990'da ise böyle bir soru sorulmamıştır.
Sayımlarda,
- Yabancı Diller: Almanca, İngilizce, İtalyanca, vs. şeklinde;
- Mahalli Diller: Kürtçe, Arapça, Abazaca, çerkesce, Gürcüce, Lazca, Boşnakça, vs. şeklinde,
- Azınlik Dilleri: Ermenice, Rumca, Yahudice şeklinde belirtilmiştir.
- 1927 yılı sayımında Kafkas dili olarak çerkesce ayrı gösterilmiş ve 95.901 kişinin bu dili evde konuştuğu belirtilmiştir. Abazaca diğer diller grubunda karışık olarak yer almıştır. Sayımcıların mantığını ve bir sonraki ilan edilen sayım sonucunu dikkate alarak o sayımda biz Abazaca konuşanların sayısını 10.000 kişi kabul ettik.
- 1935 yılı sayımlarında anadil - 2. dil ayırımı yapılmaya başlanmıştır.
(Not:Türkiye halkı, Kuzey Kafkasyalıların hepsine birden çerkes demektedir. Burada Adige grubu çerkes olarak nitelendirilmektedir.)
 
- T.C. Resmi Nüfus Sayımlarında çerkesce konuşanların mevcudu
Yıllar
   Anadil
   2. Dil
çerkesce konuşan
Toplam Nüfus
Türkiye Nüfusu
1927
       -
        -
   105.000
 13.648.270 
1935
102.000
 17.000
   119.000
 16.158.018
1945
 75.293
 23.852
    99.146
 18.790.174
1950
       -
       -
    93.037
 20.947.188
1955
   94.000
   84.000
   178.000             
 24.064.763
1960
   67.826
   73.152
   140.978
 27.754.820
1965
    62.902
   62.866
   125.768
 31.391.421
 
öncelikle bu rakamlara bakıp “Türkiye’de şu yıl, şu kadar Kuzey Kafkasyalı varmış“ diyemeyiz. çünkü anket soruları etnik kimliği öğrenmeye yönelik kurgulanmamıştır.
Farklı dil konuşanların tespiti zaviyesinden de bu rakamların inandırıcı olmadığı ortadadır. Birincisi, tespit edilen nüfuslar hayatın görünür  gerçekleriyle uyuşmamaktadır.
İkincisi de 40 yıl içinde ülke nüfusu iki kat artarken, bu dilleri konuşanların sayısında ciddi bir artış olmaması kuşku sebebidir.
üçüncüsü 1950 ve 1955 sayımları arasındaki % 100 lük fark sonuçların tamamının gayrı ciddiliğinin bir diğer delilidir. 1950 yılında yapılan çok partili seçimler sonrasındaki oluşan görece demokratik ortam, daha çok kişiyi konuştuğu dili korkmadan kaydettirme hususunda cesaretlendirmiştir.  Bu da gösteriyor ki sayım rakamlarının düşük çıkmasındaki asıl sebep, 1920 yılından sonra Türkçe dışında dil konuşanlar üzerine kurulan devlet baskısıdır. Bunun böyle olduğunu o sayım yıllarını yaşayan bütün Kafkasyalılar bilmektedir.
Ayrıca bütün baskılara rağmen 1965 yılına kadar çerkes dillerinin nesiller arası aktarımında tabloda görünen boyutta bir eksilme olmamıştır. Problem, bu yıllardan sonra doğan nesillerde ortaya çıkmıştır.
Yeni nesillerin dillerini öğrenememesinin en önemli sebeplerinden biri iç göçle birlikte gelen nüfus dağınıklığı ve tv yayınlarının 70’li yıllardan itibaren yaygınlık kazanmasıdır.
 
Türkiyede Ne kadar Kuzey Kafkasyalı Yaşıyor?
Birinci husus, demograflar toplumların nüfusunun ortalama 25 yılda bir ikiye katlandığını kabul etmektedir. Bu süre malum sebeplerle Kafkasyalılar için biraz daha uzundur.
İkinci husus, 1864 yılında yurdundan çıkarılan çerkeslerin sayısı 2 milyona yakındı. Bunların en az yarısı yolda ve gittikleri yerlerdeki elverişsiz şartlarda ilk 3-5 yıl içinde telef olup gitmiştir.
Bu verilerden hareketle, 1867 yılında 800 bin ila 1 milyon civarında bir nüfusun Osmanlı toprağında olması gerekir.
Biz bu rakamları değilde, ifade edilen en düşük rakamı, sadece 400 bin çerkes’in hayata tutunabildiğini (ki bu yıldan sonra da gelen çok ciddi bir nüfusu hiç dikkate almıyoruz) ve çerkes nüfusun da 25 değil 35 yılda bir ikiye katlandığını kabul edersek dahi, 2007 yılında olması gereken Kuzey Kafkasyalı nüfus 6 milyon 500 bindir. Bunların yarısı asimile olmuş olsa (ki lisan olarak mümkün, fakat kimlik olarak mümkün değildir), Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalı nüfusu en az 3,5 milyon olarak kabul etmek gerekir. Ve bu nüfusun (çoğu 40 yaş üstü)  en az üçte birlik kısmı da dilini hala konuşabilmektedir.
Yine 1993 yılında Konda özel araştırma şirketinin İstanbul'da 15.500 kişi üzerinde yaptığı araştırmada "Siz kendinizi ne hissediyorsunuz?" sorusunu deneklerin % 5.75’i “Kafkas kökenli” olarak yanıtlamıştır. Bu oran da bizim zikrettiğimiz asgari rakamı doğrulamaktadır.
Etnik kökeni sorularak yapılacak gerçek bir sayımda bu rakamın çok daha yüksek çıkacağını da mevzuun alakadarları kolaylıkla tahmin edebilirler.
 
LİSAN
Türkiye'de azınlık lisanları, şehirleşme, eğitim ve kitlesel medya vasıtasıyla ciddi şekilde aşındırılmıştır. 1932’de çıkan dil yasasıyla okullarda çocukların Türkçe'den başka dille konuşması yasaklanmıştır. Herkes Türkçe konuşmak zorunda bırakılmış ve Türkçe 1. lisan olarak ilan edilmiştir.
İç göç yaşayan çerkesler, kent ortamında dillerini, geleneklerini ve sosyal hayatlarını devam ettiremediler. Yeni nesiller hızla ana dillerini unuttu. Anne ve babalar çocuklarına ana dillerini ve geleneklerini öğretme konusunda yetersiz kaldı. Sadece izole kırsal alanlarda kalanlar lisan ve kültürel kimliklerini koruyabildiler. Şehirleşen Kuzey Kafkasyalılar Türk lisan ve kültürünü benimsemektedir. Bu yüzden şehirli gençlik arasında lisanını bilenler artık istisnadır.
19 Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren "kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir" hükmü çerçevesinde, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, 9 Haziran 2004 tarihinde farklı dil ve lehçelerde yayına başladı. Avrupa Birliği'ne uyum çerçevesinde başlatılan yayınlar, haftada yarım saat Adigece yayın yapılarak devam etmektedir. Yasak savma kabilinden sabah saat 06.30’da yapılan yayında bir haftalık eski haberler ile Adigece klipler yayınlanmakta ve hiçbir fonksiyon icra etmemektedir.
 
Kaynaklar:
-     The North Caucasian Diaspora In Turkey (May 1996), By Egbert Wesselink, The UN Refugee 
       Agency,http://www.unhcr.ch/cgi-bin/texis/vtx/home
-      http://www.adiganur.com/portal/diaspora.htm
-     Osmanlı dönemi Kuzey Kafkas diyasporası tarihinden, Şimali Kafkas Cemiyeti , M.Aydın Turan,
       http://www.blogcu.com/etiket/kuzey%20kafkasya
-      Kırım ve Kafkas Göçleri, Abdullah Saydam, İstanbul-1997
-      Kuzey Kafkasya, Kadircan Kaflı, İstanbul-2004
-      Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, İstanbul-1958
 







Derleme Kuşba E.

Sizde yorumunuzu eklemek için tıklayın.
Yorumlar
Tüm yorumları görüntülemek için tıklayın.
Doğan - Bursa
01 / 03
Mustafa Kemal Paşa'yı, Vahdettin vatanı kurtarsın diye mi gönderdi? Bu konuda bir belgesi olan var mı? Kaldı ki böyle bir düşüncesi olan kişi, hilafet ordusu denen meczuplar takımını Ankara'ya fetva ile salar mı? Yada Anzavur'un ve diğer bazı çerkes büyüklerinin dini bağlılıklarını kullanıp ayaklanmalarına sebep olurmu. Herşeyi geçtim, Sevr'e imza atar mı bu düşüncedeki insan. Ya'da kurtulmul olan vatandan kaçar mı? Son Bizans İmparatoru düşmanı surları geçtiğinde elinde kılıcı ile sonunu bekledi, bilmiyor muydu bir ceneviz veya venedik gemisiyle canını kurtarmayı. Vahdettin ise Sevr'e imza atmanın hesabını yargı önünde vermekten korkmuş bir haindir.
Bulguch Chechen - ankara
09 / 09
ÖNCELİKLE ÇALIŞMALARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM ARKADAŞLAR.. KAFKASYALILAR OLARAK BAŞKALARI ADINA GÖSTERMİŞ OLDUĞUMUZ CÖMERTLİĞİ, SAMİMİYETİ, SADAKATİ, ÖZVERİYİ VE FEDAKARLIĞI KENDİMİZE AİLEMİZE AKRABALARIMIZA GÖSTEREBİLİRSEK BENCE DAHA HIZLI GELİŞİRİZ.. AYRICA BİRBİRİMİZE KÜSME HUYUNDAN VAZGEÇMEMİZ LAZIM BİZİ PARÇALAYAN TEK ŞEY BU HUYUMUZ.. SÖYLEYECEKLERİMİZİ KÜSMEDEN, KORKMADAN VE KAÇMADAN SÖYLEYELİM.. AYRICA KADINLARIMIZDAN DA RİCAMIZ BİZİM İÇİN SABRETSİNLER KAFKASYALILARA KADINLIK YAPMAK ZOR AMA DAHA İYİSİ HENÜZ YOK.. ÇOCUKLARINA VE EŞLERİNE SAHİP OLSUNLAR.. AİLELERİMİZİN DAĞILMASI BİZİM YOK OLMAMIZ DEMEKTİR.. HİÇ KİMSE BİZİ BİZİM KADAR ANLAMAYACAK VE SEVMEYECEKTİR.. KAFKASYALILARIN DİLLERİ BELKİ FARKLI AMA KALPLERİ AYNI.. BİRBİRİMİZİ NE KADAR ÇOK SEVERSEK, SAMİMİ OLURSAK ANCAK O KADAR MUTLU OLURUZ..
Muammerdursunerer - manyas
19 / 05
1922 yılında Manyas'a baglı Wubıh,Şapsıg,Abzeg,Hakuç'lardan oluşan Cerkez köylerinden 14 köy haksız olarak sürgüne tabi tutulmuştur.Encok adı gecen köy Mürvetler (çizemug Hable)manyasa 2 km mesafede ,Manyas ilcesine dahilinde köydür.yanlışlıkla hep Gönen ile karıştırılmaktadır.Bu köyün sürgüne tutulmasının birinci nedeni Cerkez Etem'in en yakın iki komutanı şevket,ismail beylerin bu köylü olmasıdır.İkinci nedeni sadece Manyas bölgesinden 93 harbi ve İstiklal harbinde 2000 den fazla cerkezin şehit verilmesidir.Devlete hizmet cezasız kalmaz diye bir terim vardır.Bu hususlarda bunun herhalde ispatıdır.