Deprecated: Assigning the return value of new by reference is deprecated in /home/kafkasevi/public_html/system/database/DB.php on line 83
Kafkasevi.com
Arama

Kafkasya İzlenimleri -4-

Murat özden

28.08.2011, Pazar.
Dinç uyanıyoruz. Galiba oksijen fazlalığından kaynaklanan bir şey bu.

Saat daha 07.00 civarı. Yılmaz Amca da uyanık.

Notlarımı toparlıyorum.
Bugün programımızda Leğenake var. Davut Huaj “Leğenakeye gideceğiz yarın” dediğinde, içimden “Biz buraya kültürümüzü aramaya geldik, dağlarda bayırlarda ne işimiz var” dedim. Ama ilerleyen saatlerde ne kadar yanıldığımı anladım.

Evimizden aşağıya iniyoruz. Bizi sarı Gazelle marka bir minibüs bekliyor. Minibüsümüzün kaptanı İzmir'in Arıkbaşı Köyü'nden Anavatana 20 yıl önce yerleşmiş olan Sedat arkadaşımız. Türkiyede iken İngilizce öğretmeni imiş. Rehberlik için biçilmiş kaftan adeta. Adığece, Türkçe, Rusça ve İngilizce biliyor.
Orhan Halman da o gece yine Türkiye'den anavatana yerleşen Bereko Memetin misafiri olmuştu. Memet de Orhan'ı getirmişti. Memet'le de uzun uzun konuştuk. Memet'in de anavatandaki yerleşmişliği 20 yılın üzerinde. Memet Anavatanı karış karış bilenlerden. Turizm rehberliği yapıyor. Onun aracı küçük olduğu için biz bu seyahatimizde Memet'ten istifade edemedik.
Kafile yola düzülüyor. ön koltuğu Ergun'la, Orhan'a veriyoruz. çünkü fotoğraf çekiminde onlara yetişebilmek mümkün değil. Peşlerinden Davut ve Vahdet geliyor.
Maykop Parkı'nın kenarından geçerek kendimizi şehrin dışına atıyoruz. Yollar kıvrılarak ilerliyor. Gördüğümüz herşey ilgimizi çekiyor. Ağaçlar, çiçekler, köyler, kiliseler, atlı çobanlar, dereler...
Orhan'ın her gördüğü şeyin resmini çekmek için ikide bir arabayı durdurması sinirlerimizi bozuyor. Aramızda tartışmalar çıkıyor.
Kilometrelerce düzlükte ilerliyoruz. Türkiye'de kafamızda oluşan Kafkasya dağlık bir bölgedir algısı yavaş yavaş yerle bir oluyor. Adeta bir yeşil denizinde yüzüyoruz. Yeşilin binlerce tonunu adeta içiyoruz. Bir sürü dinlenme tesisi ve piknik yeri geçiyoruz. Hiçbiri umurumda değil. Ben büyülenmiş bir biçimde tabiatı inceliyorum. Ağustosun son günlerini yaşıyoruz. Şimdi Türkiyede çayır ve meralar sararmış vaziyette. Burada ise sararmış ne bir ota, ne de dikene raslamak mümkün değil. Sarı renkli olarak gördüğümüz yegane şey ayçiçekleri oluyor. Merak edip soruyorum, burada otlar ne zaman sararır diye.
Burada otlar sararmadan üzerine kar yağar diyorlar.
Ben köyde büyümüş biriyim. Toprağın dilinden anlarım. Hangi toprak verimlidir, hangi toprakta ne yetişir biraz bilirim. öyle verimli, öyle güzel topraklar üzerinden geçiyorduk ki, hani derler ya “helva gibi”, “kes, ekmek yerine ye” işte öyle. Toprak herşeyin yetişmesine uygun, simsiyah ve yumuşak. “Neden bu topraklar ekilmeden boş duruyor” diye bağırıp, arabayı durdurup bir şeyler ekmek geçiyor içimden ancak “Murat kafayı üşüttü” diyecekler zannıyla vazgeçiyorum.
Düşünmeye devam ediyorum; bu kadar güzel, bu kadar verimli, bu kadar iklimi elverişli bir vatan nasıl bırakılıp gidilebilirdi ki?

Buralara tutunabilmenin bir yolu yok muydu, ya da bulunamaz mıydı?

Bunu düşünmeye başladım ve hala düşünmeye devam ediyorum.
Coğrafyanın insanlar ve uluslar üzerindeki etkisi çok önemlidir. Dağlı halklarda dağın zor koşullarının etkisi, sahil halklarında denizin oynaklığı, ova halklarında günlük çıkar ilişkileri, ada halklarında şüphecilik ve yabancılara güven duymama... vardır. Bense çerkeslerin neden bu kadar gözü tok, dünya malına değer vermeyen, insanlık değerlerini önde tutan ve eğlenceye düşkün tavırlarını anlayamazdım. Şimdi galiba ayağım suya eriyor. Böyle verimli topraklar üzerinde yaşayınca çalışmaya bile gerek yok. Zaten o veriyor.
Yeterki o  toprağın üzerinde tutunmayı becerebil. Bu da yiğitliğin ön planda olduğu bir yaşam biçimini dayatıyor.
Yavaş yavaş dağlara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Binbir çeşit ağaç mevcut. Yeşilin her tonu her an size eşlik ediyor. Yolumuzun üzerinde iki müze mevcut. Birincisi dolmen-İspvune (cüce evi), ikincisi bölge hayvanları müzesi.
Dolmenlerin 3000 yıllık bir geçmişi var. Kafkasya'da tarihle bağlantı kurabileceğimiz tek yapıt maalesef dolmenler.
Adığeler dolmenlere ispvune (cüce evi) diyorlar. 4 taş duvar ve üzerinde yekpare düzeltilmiş taştan oluşan bir çatı.
ön tarafında da yuvarlak bir delik. Dolmenlerden Kafkasya'da binlerce olduğu bilgisini alıyoruz. İtalya ve İspanya'da benzer tipte dolmenler mevcut. Ziyaret ettiğimiz dolmene yüzlerini ve ellerini dayayıp dua eden ve dilekte bulunan
kadınlar gördük. Arkadaşlarımız da kendi inançları doğrultusunda dualar ettiler.
Bense dolmenler dışında günümüze gelebilmiş tarihsel bir yapının olmayışını düşündüm. Bunun cevabını birgün Bağlarbaşı Derneğinde sohbet ederken Mahmut Nedim özel ağabeyimiz verdi: “Bizim istilacılarımız hep çapulcular
oldu. Hunlar, Moğollar, Timurlenk ve Ruslar. Bu topraklara ne kent kültürü, getirebildiler, ne de kent yaratılmasına müsaade ettiler. Oysa Roma uygarlığında ve İskenderin fetihlerinde kentlerin yaratılması esas alınıyordu.”
Kafkasyadaki imar faaliyetleri Sovyet döneminde başladı. Kentlerin ve yapıların ömrü sovyet devriminden öteye gidemiyor maalesef.
Daha sonra bölge hayvanlarının dondulmasıyla oluşturulmuş bir müzeyi daha ziyaret ediyoruz.
Kıvrıla, kıvrıla Leğenakeye ulaşıyoruz. Kale şeklinde inşa edilmiş çok güzel bir restaurant yapılmış. Kalenin burcunda da Adığe Bayrağı asılı. Adeta tanrıların evi görüntüsü veriyor manzara. Yeşil bir okyanusa bakıyormuşsunuz hissi
yaratıyor insanda. Burada gördüklerimi, hissettiklerimi kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Lokantanın etrafında gecelik konaklama evleri de mevcut. Birgün mutlaka Leğanake'deki o evlerde birkaç gün konaklayacağım.
Bekle beni Leğenake.
Akşam saatleri yaklaşıyor. Leğenake'den iniyoruz yavaş yavaş. Bazı tesislerde konaklıyoruz. Dönüşte kanyonlarda oyalanıyoruz. Arkadaşlarım çok eğlendiler.
Akşam ezanı okunurken Maykop'a giriyoruz. Oruçlu arkadaşlarımızın iftar açması gerekiyor. Maykop Camii'nde her akşam iftar yemeği veriliyormuş. Arabayı Maykop Camisi'ne yönlendiriyoruz. Caminin alt katı yemekhane şekline çevrilmiş. Mükellef bir iftar yapıyoruz. Ancak cami cemaatinin Adığelerden çok yabancılar olduğunu görüyoruz. üniversitede okuyan
Afrikalılar, çeşitli Türki cumhuriyetlerden ve dünyanın her tarafından insanlar mevcut. İftar duasından sonra evimizin yolunu tutuyoruz.
Bu yorgunluğun üzerine iyi bir çay gider. Ama burada demleme çay geleneği yok. Sallama çayla idare edeceğiz. çaylarımız elimizde makara muhabbetler yaparken yan üst balkondan bir kafa uzanıp hoşgeldiniz diyor. Şaşırıyoruz bir anda. üst katmızda Reyhanlı'dan anavatana yerleşmiş Paşa ve Aminet çifti ile tanışıyoruz. Geleceğinizi biliyorduk diyorlar. Anavatana yerleşmiş olmaktan son derece mutlular. önce Aminet yerleşmiş anavatana, sonra da ailesini taşımış bir dişi kuş gibi. Kızları İstanbulda iletişim okuyor. Uzun uzun sohbetler ediyoruz balkondan balkona. Aminet sizi mutlaka bir sabah kahvaltısında ağırlamak istiyorum diyor. Memnuniyetle kabul ediyoruz.
Paşa'nın Maykopu tarif eden bir sözü kafamın içinde takılı kalmış bir plak dönüyor: "Başka şehirlerin içine park kurulur, bu şehir parkın içine kurulmuş, her taraf yemyeşil."

Bu şehrin durumu bir benzetme ile ancak bu kadar güzel ifade edilebilir.
Evet, Maykop "Parkın içine kurulmuş şehir."

(Devam Edecek)





Sizde yorumunuzu eklemek için tıklayın.
Yorumlar
Tüm yorumları görüntülemek için tıklayın.
orhan halman - istanbul
15 / 11
Murat, biraz lağanakiyi zayıf anlatmışsın,bölge abzeh ,lerin yaşadığı ,doğa harikası bir yer,hatta bir adiğe yemeklerinin yapıldığı yerde arkadaşları oksijen çarptı,toprağa yattılar,bende adiğe eyerli bir at kiralayıp gezdim,gayem adiğe eyerinin rahatlığı ve konforunu hissetmekti,hakikaten eyer müthiş bir konfor sağlıyormuş,gazella,dan iyiymiş,yolarda bal tırları vardı,bir daha gitme şansımız olmaya bilir diye bol bol resim çekmiştik,kuzey koreliler nasıl turizm yatırımı yapmışlar,o haşmetli buda evleri mimarisi,köylerden geçerken bir kova elma alıp yemiştik,ne kadar lezzetliydi.atlama murat
aydın candemir - çorum
14 / 11
İzlenimlerinizi ilgiyle ve heyecanla okuyorum.Gerçekten akıcı ve mükemmel yazıyorsunuz.Elinize yüreğinize sağlık.Oraları ben de gördüm fakat yazılarınızı okuyunca Kafkasya'yı tekrar gezmiş gibi heyecanlandım.Selamlar saygılar sevgili thamate.