Arama

Çeçenistan (*)
 
Süleyman Ateş
 
Bölüm - 1
 
4 Ekim 2009 Pazar günü bir heyet halinde çeçenistan’a hareket etmek üzere Atatürk Havalimanı’na geldik. Uçağımız rötarlı olduğundan 7 saat bekledik. 19.10’da havalandık. 2 saat 15 dakika sonra Nalchick Havaalanı’na indik. çeçenistan’a henüz direkt uçak yok ama yakında başlayacakmış. Nalchick, Rusya Federasyonu’na bağlı Gabar-Balkır Cumhuriyeti’nin bir kenti. Buradan bizi birkaç araçla çeçenistan’a götürdüler. Aradaki mesafe takriben 350 kilometre kadardı. Şoförlerimizin çoğu trafik polisiydi. Bizim arabayı kullanan genç, deli gibi sürüyor, bir taraftan da polise özgü kornayı çalarak ortalığı velveleye veriyordu.

Heyetimizde Hamdi Mert, Yavuz Bülent Bakiler, bir göz doktoru, iki avukat, Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman, bir köşe yazarı, çeçen asıllı iş adamı Abdurrahman Bey, TV programcısı Seyfullah Soytürk, mihmandarımız Ziyaüddin vardı. Genç bir çeçen olan Ziyaüddin, Marmara İlahiyat Fakültesi mezunuydu ve güzel Türkçe konuşuyordu. 5 Ekim Pazartesi günü saat 03.30’da Grozny’ye ulaştık. 1 yıl önce ibadete açılan Ahmet Hacı Kadirov Camii’nde namaz kıldık. Sultanahmet Camii modelinde yapılmış olan bu caminin mimarları, mühendisleri, ustaları Türk; mermerleri, avizeleri, halıları Türk yapımıydı.Şimdiki Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov’un babası Ahmet Hacı Kadirov, İstanbul’a gelmiş, Sultanahmet Camii’nde namaz kılmış ve kendi ülkesinde de böyle bir cami yapılmasını Allah’tan niyaz etmiş. 5 bin kişilik muhteşem cami, alttan ısıtmalı tesislere sahip. Avlusu sütunlar üzerine oturtulan galerileri, şadırvanı ve geniş çevresiyle şirin bir yapı.

çeçenler 1992 yılında özgürlüklerini elde etmek için Ruslara karşı savaş başlatmışlar. Aslında müftü olan Ahmet Hacı Kadirov da savaşçıların safında ve Savaş Konseyi’nde yer almış. Birkaç yıl süren çatışmalar sonunda Ruslar, çeçenlerin şartlarını kabul etmiş ve onlara 2001’de bağımsızlık sözü vermişler. Ama daha sonra dış güçlerin etkisiyle kışkırtılan kimi direnişçiler ikinci bir savaş başlatmış. Söylendiğine göre bunda Rus Gizli İstihbarat Servisi (KGB)’nin de parmağı varmış.

Bölüm - 2
çeçenistan’daki petrolü elden çıkarmak istemeyen Ruslar, bazı çeçen savaşçılarını kışkırtmışlar. Yeniden savaş başlayınca Ahmet Hacı Kadirov, “Gerçi Rusya bize verdiği sözleri tam olarak yerine getirmedi ama kısmen de olsa isteklerimizi kabul etti. Nispeten özgürlüğümüzü elde ettik. Petrolümüzden pay alacağız. Bir antlaşma imzaladık. Müslümanlık’ta ahde vefa şarttır. Antlaşmaya sadık kalmalıyız” diyerek ikinci savaşa katılmamış. Sonra bu zat Rusya tarafından cumhurbaşkanı atanmış ise de bunu kabul etmemiş. Ancak çeçen Meclisi tarafından seçildiği takdirde bu görevi kabul edeceğini söylemiş. çeçen Meclisi kendisini oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçmiş.

2004 yılında stadyumda bir töreni izlerken oturduğu yerin altına yerleştirilmiş olan bombanın patlamasıyla şehit olmuş. Bu kez oğlu Ramazan Kadirov, Rusya tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterilmiş. çeçen direnişçiler onu da kendi saflarına katılmaya çağırmışlar, aksi takdirde akıbetinin iyi olmayacağı konusunda tehditlerde bulunmuşlar. Bana anlatıldığına göre Ramazan Kadirov onlara, savaşın sadece ölüm getireceğini, bunun büyük vebal olacağını, savaşla bir yere varamayacaklarını, daha çok can kaybına sebep olacaklarını artık savaşı bırakıp barış yoluyla ülkeyi kalkındırmak gerektiğini söylemiş. Ramazan Kadirov, çeçen Meclisi tarafından seçilip cumhurbaşkanı olmuş. Henüz 33 yaşında genç, enerjik, çalışkan, halkla bütünleşmiş ve dindar bir cumhurbaşkanı.

Ahmet Hacı Kadirov Camii’nde sabaha doğru kıldığımız gece namazının ardından Grozny’ye 40-50 kilometre mesafede bulunan bir kasabada yapılmış olan yeni bir caminin açılışına gittik. Saat sabahın 04.30’uydu. Ulema Meclisi Başkanı, biraz sonra da Ramazan Kadirov geldi. Ulema Meclisi Başkanı bir konuşma yaptı, onun çeçence konuşmasını Ziyauddin Türkçe’ye çeviriyordu. Sonra bu zatın, “Allahım, ey kapıları açan, bize kapıların en hayırlısını aç” duasıyla camiye girdik. Ulema Meclisi Başkanı sabah namazını kıldırdı.


Bölüm - 3
çeçenler Şafii mezhebindendir. Şafiiler sabah namazının rükûundan sonra kunut ederler. İmamımız da ikinci rekâtın rükûunun ardından kunut duasını okudu. “Allahummehdini fimen hedeyt: Allahım, bizi doğru yola ilettiklerin arasına kat...” Duanın devamında, “Allahım bizi fasıkların, kafirlerin, zalimlerin şerrinden koru” şeklinde Allah’tan korunma niyaz ettiği şerli kesimler arasına Vahhabileri de katarak “Vel-Vahhabin” dedi (doğrusu Vahhabiyyin). Sabah namazında, hareketlerinde sertlik olsa da bir Müslüman grup aleyhine böyle beddua edilmesini garipsedim doğrusu. çünkü kıble ehline beddua edilmez, onların ıslahı için dua edilir.

Ama onlar Vahhabi dedikleri aşırı radikal grupların, halkı savaşa kışkırttıkları, hükümete karşı isyana teşvik ederek bölücülüğe, yıkıcılığa, kan dökülmesine sebep oldukları görüşündeler. çeçenistan’da tasavvuf ve tarikatın etkisi fazladır. Onlar tarikata karşı olanları yıkıcı, bölücü, fasık (yoldan çıkmış) ve fasid (bozguncu) görmektedirler. Duadaki bu cümle de radikallerin tasavvuf aleyhtarlığından ve terörü kışkırtmalarından kaynaklanmaktadır. Bunların sayısı git gide azalıyormuş. Radikallerin etkisinde bulunan dağdaki terörist gençlerin sayısı 100 kadarmış ama yine de fırsat buldukça terör operasyonları yapıyorlarmış. Yani dağlar karşıt gruplardan tam olarak temizlenmemiş. Ama söylendiğine göre terör hareketleri fazla değil. Ara sıra çeşitli yerlerde patlamalar olsa da korkunç bir durum yok.
Ramazan Kadirov tarafından, Kunta Hacı adlı bir mutasavvıfın annesi için yaptırılan türbenin açılışını yapmak üzere bir köye gittik. Büyük bir evliya olduğuna inanılan Kunta Hacı, çeçenistan ve Kuzey Kafkasya’da İslâm dininin yayılmasında rolü olan ve bölgede Kadiri tarikatını yayan bir mutasavvıf. Kunta Hacı, 1848’de babasıyla hac yolculuğuna çıkar. Bağdad’a uğrarlar. Kadiri yolunu, oradaki bir zattan yahut doğrudan Abdülkadir-i Geylani’nin ruhaniyetinden alır. 1850’de hac seferinden dönen Kunta Hacı, 20 yaşındayken Kadiri yolunda irşada başlar. Yıllarca süren Rus-Kafkas savaşının, soykırıma sebep olacağına, Müslüman halkın lehine bir sonuç vermeyeceğine inanan Kunta Hacı, direnmemeyi, Allah’a yönelmeyi öğütler. Halkı birleşmeye ve güçlendirmeye çalışan Kunta Hacı, onlarca yıl süren savaşta kan ve şiddet içinde boğulmuş olan halka sevgi ve merhamet duyguları aşılar. 1859’da ikinci hac seyahatine çıkan Kunta Hacı’nın, Şeyh Şamil’in esir düşmesinden sonra Mekke’den ülkesine dönmesiyle Kadiri tarikatı çeçenistan’da süratle yayılır.

Bölüm - 4
Halkı sevgiye, kardeşliğe teşvik etmiş olan Şeyh Kunta Hacı, 3 Ocak 1864 yılında Rus çarı Aleksandır II’nin talimatıyla Sali kentine sürgün edilip orada tutuklanır. 2 yılını Rusya’nın Novorod eyaletinin üstüjino kentindeki hapishanede zor şartlar altında geçirir. Bir gün Kunta Hacı’nın koğuşunu açan nöbetçi asker odada kimseyi bulamaz. 35 yaşındaki Kunta Hacı, bilinmeyen bir şekilde ortadan kaybolur, kendisinden haber alınamaz. Ruslar, tehlikeli gördükleri bu genç insanı öldürüp halkı yatıştırmak için onun kendiliğinden ortadan kaybolduğu haberini yaymışlardır. Kabri belli değildir. Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov’un da konuşmasında belirttiği üzere, dinin şiddetle yasak olduğu Sovyetler döneminde öteki Müslümanların inançları zayıflamış ya da yok olmuşken çeçenler, varlığını sürdüren Kadiri tarikatı sayesinde dini ve milli kimliklerini koruyabilmişlerdir. Kunta Hacı’nın annesi Heda’nın ve babası Kişi’nin türbeleri, yaşadıkları İlshanyurt köyündedir. Kardeşi Movsar’ın mezarı Adana Ceyhan yakınlarında, kızının türbesi de Şam’dadır.

Kunta’nın annesi Heda’nın dağlık bölgede, ormanlar arasında bulunan türbesi, cumhurbaşkanı tarafından Türklere yaptırılmıştır. Türbenin açılış töreni için bu noktaya geldik. Türbenin hemen aşağısında bulunan bir alanda 300 kişilik bir grup, Kadiri usulünde zikir yapıyorlardı. Yalnız normal Kadiri zikrinden biraz farklı olarak zikredenler yürüyüşleriyle, yere vurdukları uygun adım ayaklarıyla bir zikir yanında bir savaş ritmi sergiliyorlardı. “La-ilahe illallah! La-ilahe illallah! La-ilahe illallah!”

Bu arada zikri yöneten beyaz sakallı yaşlı şeyh, verdiği komutlarla zakirleri (zikredenleri) istediği harekete ve ahenge yöneltiyordu. Sesler ve hareketler öylesine uyumlu ki etkilenmemek mümkün değil. Yanımda bulunan Yavuz Bülent Bakiler, “Ben çok zikirler gördüm ama böylesine etkileyicisini hiç görmedim. Müthiş bir şey doğrusu” dedi. Bu zikir yöntemi, çeçen halkının savaş ruhunu da yansıtıyordu. çünkü adımlar, yere tempolu ve süratli vuruşlar bir askeri disiplin içinde oluyordu. Herhalde buradaki tarikat mensupları, zikrin de bir manevi savaş olduğu düşüncesiyle böyle bir zikir yöntemi geliştirmişlerdi.

Bölüm – 5
Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov, Kunta Hacı’nın çeçen halkı nezdindeki önemini, Kunta Hacı Camii’nin açılışı sırasında yaptığı konuşmada dile getirdi: “Dinin yasak olduğu Sovyetler döneminde ve son iki şiddetli savaşta milli kültürümüzün varlığını ve kendi inançlarımızı, onun ve diğer evliyalarımızın (velilerimizin) bereketi sayesinde koruyabildik. İslâm’ın güçlenmesine ve yeni nesillerin İslâm adabı ve geleneğine bağlı kalarak büyümesine vesile olan, gerçek bir evliya ve büyük zat Kunta Hacı’nın ismini taşıması, Ahmet Hacı Kadirov’un da Kunta Hacı’nın müritlerinden olması ve her adımını onun öğretileriyle kıyaslayarak atması beni çok gururlandırıyor.” Savaşlarda çok yıpranmış olan eski Kurçaloy Camii’nin yerine 2007 yılında Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov’un talimatıyla modern bir camiin inşaatı başlamış ve 2.5 yılda tamamlanmış.

Türbe ziyareti ve zikir ayinini izledikten sonra Kunta Hacı Camii’nin açılışında bulunmak üzere Kurçaloy’a geldik. Türk mimar, mühendis ve ustalarının eseri olan Ahmet Hacı Camii’ne nispetle biraz daha küçük ama çok şirin bir cami. Bütün yeni yapılan camiler gibi alttan ısıtmalı. Yine Pazar yerinde bulunan köhne bir caminin yerine küçük, modern bir cami yapılmış. Bu camiye, yeni dini mimari projelerinin hayata geçirilmesinde büyük emeği geçen genç mühendis Adem’in ismi verilmiş. Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov, bu mühendise sarılarak kendisini kutladı ve camiye onun adının verilmesinin bir vefa borcu olduğunu belirtti. Camiler, okullar, köprüler, 2004 yılında Ahmet Hacı Kadirov’un trajik ölümünden sonra kurulmuş olan, başkanlığını da Ahmet Hacı Kadirov’un hanımı Aymani Nesiyevna Kadirov’un üstlendiği “Ahmet Hacı Kadirov Vakfı” sayesinde yapılıyor.

Kuruluş tarihinden itibaren iş adamları ve yardımseverlerin katkılarıyla büyüyen vakfın sosyal ve yardım faaliyetleri tüm çeçenistan’ı kapsamış. Vakıf, savaşta yıkılmış olan köprüleri ve evleri yeniden inşa etmiş, kilometrelerce uzunlukta yol yaptırmış. çeçenistan’da geniş bir inşaat kampanyasının finansmanını sağlayan Ahmet Hacı Kadirov Vakfı, binlerce insana da yardım yapıyor. Kunta Hacı Camii’nin ve öteki camilerin yapım masraflarını da bu vakıf karşılıyor. Bunlardan ayrı olarak Urus-Martan, Ertan, Tsonsanyurt, Grozny havaalanı, Berkat alışveriş merkezinde ve çeçenistan’ın çeşitli yerlerinde camiler yapılıyor. 3 yıl içinde 145 okul inşa edilmiş. Grozny belediye başkanının söylediğine göre Birleşmiş Milletler’de 2 Ekim tarihinde yapılan toplantıda Grozny, dünyada en hızlı gelişen kent seçilmiş.

Bölüm - 6
6 Ekim Salı günü Ahmet Hacı Kadirov Camii’nin karşısında yeni yapılan İslâm Enstitüsü’nü ziyarete gittik. Bizi enstitünün giriş kapısında karşılayan rektör, 45-50 yaşlarında, güzel Arapça konuşan bir zattı. Enstitü, Şeriat Fakültesi dedikleri İlahiyat Fakültesi’nden ibaret. Fakültenin tefsir, hadis gibi çeşitli bölümleri var. 1989 yılında, Ahmet Hacı Kadirov’un katkılarıyla “İslâm Enstitüsü” adıyla kurulan üniversitenin ilk rektörü de Kadirov’un kendisidir. Kadirov’un 2004 yılında ölümü üzerine üniversiteye onun adı verilmiştir. İslâm üniversitesi’nin açılışından itibaren geçen 20 yıl içinde binlerce genç, İslâm bilimleri alanında yüksek eğitim almış. üniversitenin şubeleri çeçenistan’ın birçok yerinde hizmet veriyor.

Daha sonra enstitünün yakınında bulunan müftülüğü ziyaret ettik. Müftülük, statü itibariyle Moskova’da bulunan ve bütün cumhuriyetlerdeki İslâmi kuruluşların bağlı bulunduğu Din Hizmetleri İdaresi’ne bağlıymış. Müftünün kendisi bir toplantı dolayısıyla yurtdışındaymış.

öğleden sonra bizi hiç benzerini görmediğim bir hastaneye götürdüler. Adı da kendi gibi garip: Cin Hastanesi... Burası, cin çarpmış insanların tedavi edildiği bir yer. Hastane müdürü, bu hastanenin açılış nedenini bize şöyle açıkladı: Cumhurbaşkanına demişler ki: “Bazı cinci, büyücü cahil insanlar halkı kandırıp büyülerle, tılsımlarla avutuyor, halkı soyuyor, batıl inançlara sürüklüyorlar. Bu bir realite. Bazı insanlar hasta. Bunların kiminin hastalığı psikolojik olsa da hepsi değil. Kur’ân da cinlerin varlığını ve insanlara etkisini kabul etmektedir. Madem halk bu tür tedaviyi bir ihtiyaç duyuyor, öyle ise bu işi kalpazanların, cahillerin eline bırakmayalım. Bu tür hastaları dine uygun biçimde tedavi etmek üzere ruhani bir hastane açalım.” Düşünceyi benimseyen cumhurbaşkanı, hastanenin açılmasına imkân sağlamış. Tüm masrafları cumhurbaşkanlığı bütçesinden karşılanan hastanede büyü yok, tılsım yok, muska yok. Tedavi yöntemi tamamen Kur’ân okumadan ibaret.

Bölüm - 7
Müminun Suresi 74/97-98’inci ayetlerinde şeytanların dürtüklemelerinden, uğramalarından Allah’a sığınılması emredilmektedir. Peygamber, bazı hastalıklara bazı ayetler özellikle İhlas, Felak ve Nas surelerini okuduğu gibi ağrıyan yere elini koyup 7 kez, “Allah’ın adıyla, bulduğum ve kurtulmak istediğim ağrıdan Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım” derdi (Muvatta, Ayn: 9). Hasan ve Hüseyin için, “Her türlü şeytandan, zararlı şeylerden ve kem gözlerden, bütün kelimeleri yüzü hürmetine Allah’a sığınırım” (Buhari, Bedul-halk) diye dua edip onları korumasını Allah’tan niyaz ederdi. Hz. Ayşe’nin rivayetine göre Peygamber, ailesinden birini (hasta halde) görünce onu sağ eliyle mesh eder (sağ avucunu hastaya sürer), “Allahım, ey insanların Rabbi, hastalığı gider, bu kuluna şifa ver, şifa veren sensin. Senin hiçbir hastalık bırakmayan şifandan başka şifa yoktur” derdi (Buhari, Tıb: Rukyetun-Nebiyy). Peygamber, sıkıntı zamanlarında “Büyük halim Allah’tan başka tanrı yoktur. Büyük arşın Rabbi Allah’tan başka tanrı yoktur. Göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve kerim arşın Rabbi Allah’tan başka tanrı yoktur” (Buhari, Daavat: 27; Tirmizi, Daavat: 40) diye dua etmiştir.

Görüldüğü üzere Allah’ın Elçisi, kimi hastalıklar münasebetiyle dua edip Allah’tan şifa dilemiştir. Ancak dua ederken üflenip üflenmeyeceği konusunda bilginler arasında görüş ayrılığı vardır. Bir bölümüne göre Peygamber, bir ağrı, sızı hissettiği zaman Muavvizat’ı okuyup vücuduna üfler, ellerini de bedenine sürerdi. Hz. Ayşe’den gelen bu rivayete göre okunan duayı bedene üflemek sünnettir. Fakat bir bölüm bilgin de üflemeyi mekruh görmüştür. Buhari’nin tespitine göre Peygamber, yılan ısırmış olan bir kimseye Fatiha okuyarak afsun yapan sahabisini reddetmemiş, onun aldığı ücreti de helal saymıştır.

Bütün bunlar, şifa için dua ve ayet okumanın caiz olduğunu kanıtlar. Ama şifayı Allah’tan değil de afsuncudan beklemek, Allah’a tevekkülü bırakıp üfürükçülerin peşine düşmek caiz olmadığı gibi başkasına kötülük yapmak, zarar vermek amacıyla okuyup üflemek, düğüm bağlamak da haramdır. Bu gibi insanlar, şerlerinden Allah’a sığınılması emredilen “Düğümlere üfleyip tüfleyen şerli büyücüler” (Felak: 20/4) kategorisine girerler. Şunu da belirtmek lazımdır ki Peygamber’in kendisi rahatsız olduğu zaman kendisine ve ağrıdan şikayet eden kimselere dua ettiğine dair rivayetler vardır ama ne onun, ne de sahabilerinin, hastaya nüsha (muska) yazdıklarına veya muska taşıdıklarına veya buna cevaz verdiklerine dair hiçbir sağlam delil yoktur.

Bölüm - 8
Okumak, ruhsal bir telkin ve tedavidir. Birini şifaya kavuşturması için Allah’a dua ve niyazdan ibarettir. Şifayı veren Allah’tır. Bunun ötesinde muskacılık, üfürükçülük yapıp bu yolla geçim sağlamak, İslâm dinine ve Peygamber yoluna aykırıdır. Peygamber, “Düğüm bağlayıp ona üfleyen büyü yapmış olur. Büyü yapan şirk koşmuş olur. Vücuduna muska asan, ona havale edilir (yani Allah ondan elini çeker, onu astığı muskaya bırakır)” buyurmuştur (Nesai, Tahrim: 19). Abdullah ibn Mesud’un, hanımının koluna bağlı temimeyi (nazar değmemesi için bağlanan, boncuktan yapılı pazubent) şiddetle çekip kopardığı rivayet edilir (Mefatihul-gayb: 32/190). Fakat bu rivayetler, iyi niyetle bir hastalığa Allah’tan şifa dilemek için okumayı reddetmeyi gerektirmez. İçtenlikle ve temiz nefeslerle Allah’a sığınarak, Allah’tan şifa niyaz ederek okuyup üflemeyi, büyücülük gibi düşünmek doğru değildir. Her şey Allah’ın yasaları çerçevesinde olur. Allah’a gönülden bağlılık ve içtenlikle O’na dua, nice darlıkları, sıkıntıları kaldırır, nice onulmaz hastaları şifaya kavuşturur, nice umutsuzlara gönül ferahlığı, umut ve yaşama şevki verir.

Selçuklular döneminde Kayseri’de ruh hastaları için kurulmuş olan Gevher Nesibe Hastanesi’nin bir odasında musiki eserleri, ilahiler söylenerek hastaların müzik yoluyla tedavisine çalışılmıştır. özellikle Türk musikisinin, hastanın morali üzerinde çok olumlu etkisi olduğu denenmiştir. Japon bilim adamları, musikinin bitkilerin gelişmesinde de önemli etki yaptığını tespit etmişlerdir. Bildiğime göre Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin psikiyatrı bölümünde Türk musikisinin ruh hastalıkları üzerindeki etkisi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Konu hakkında bu önbilgiden sonra çeçenistan’da kurulmuş olan Cin Hastanesi’ndeki tedavi yöntemi dine aykırı olmadığı gibi modern tıbba da aykırı değildir. çünkü bunlar hastaları doktordan uzaklaştırmıyorlar, doktorların psikiyatrların çare bulamadıkları hastaların iyileşmesi için Kur’ân okuyor, dua ediyorlar. Bunda ne dine ne de tıbba aykırı bir durum var. İnanışın, duanın ve telkinin, hastanın iyileşmesinde önemli bir etken olduğu bilimsel araştırmalarla sabittir. Bu hastanede muskacılık yapılmaz, hastanın inancı sömürülmez, hastalardan tek kuruş para alınmaz, gelen hastalar muayene edilir, tedaviye alınır, evine gönderilir. Tedavi hastalığın derecesine göre bir veya birkaç seans sürebilir.


Bölüm - 9
Cin Hastanesi’nin müdürü, bizi gezdirip tedavi odalarını ve tedavi yöntemlerini gösterdi. Gördüklerimi bir objektif gibi hiç yorum katmadan aktarıyorum: Zemin katta muayene odası var. Müracaat eden hastalar bu odaya alınıyor. Kendilerine banttan Kur’ân dinletiliyor. Bir hoca da bu sırada hastaların tepkisini ölçüyor. Okuma esnasında sıçrayan veya anormal tepki veren, ses çıkaran ve titreyenlerin cinden etkilendiğine, bu kişilerin vücuduna cin girdiğine hükmediliyor. Cinlerden etkilenmiş olanlar tespit edildikten sonra diğerlerine, “Sizin hastalığınız cinle ilgili değil, psikolojiktir. Siz doktora gidin” deniliyor. Cinin etkisinde olan hastalar tedavi odalarına çıkarılıyor. Her odada bir hafız, üstü örtülü olarak yatan hastanın kulağına sürekli Kur’ân okuyor. çeşitli sureler veya ayetler okunuyor. Kocasından veya karısından nefret etmeye başlayan hastalar da varmış ki bunların bir kısmının bu işi cin etkisiyle yaptıkları anlaşılıyormuş. Hastane müdürü, bize büyük bir torba içinde biriktirdiği, hastaların üstünden çıkan büyü örneklerini gösterdi.

Acayip yazılar, çeşitli iğneler batırılmış kâğıtlar, bez parçaları, kurt kuyruğu... İşte bu büyüler sonucunda etki altına alınan cinler de hastaya tebelleş oluyor, onu kocasından veya karısından nefrete yöneltiyor veya yabancı bir kadını veya erkeği sevmeye yönlendiriyorlarmış. Okuma seansları sonunda hastanın vücuduna girmiş olan cin, kendini açığa vuruyor, bu işi kendisinin yaptığını söylüyormuş. Ona da yine öğüt verilerek yaptığının büyük günah olduğu söylenip hastayı bırakması telkin ediliyormuş. Bu seanslarda cin konuşmaya başlayınca sesi, etkisinde bulunduğu cinin cinsiyetine göre çıkıyormuş. Eğer onu etkileyen cin erkekse kadın hastanın sesi kalınlaşıyor, cin kadın ise erkek hastanın sesi inceliyormuş. Ama bundan hastanın haberi olmuyormuş. Bir, iki veya üç seansta cin ikna olunca hastadan el çekiyor ve o kişi anasından yeni doğmuş gibi sıkıntılarından kurtulup normal yaşamına dönüyormuş. Uzun süre cin etkisinde kalmış olanların tedavisi çok daha uzun sürüyormuş. Kimi insan da birden fazla cinin etkisinde bulunuyormuş. Cinlerin Müslüman’ı, Yahudi’si, Hıristiyan’ı ve başka din mensupları da varmış. Müslüman cin, Kur’ân telkinine daha kolay teslim olup tövbe ediyormuş. Ama Müslüman olmayanları daha inatçı davranıyorlarmış. İslâm’a davet edilen bu türler içinde Müslümanlığı kabul edenler de oluyormuş. Hastane müdürü, ertesi gün gitme fırsatımız olursa hastadan cini nasıl çıkardıklarını göstereceğini söyledi ama bizim programımız dolu olduğundan gidemedik.

Bölüm - 10
7 Ekim sabahı Grozny’nin oldukça uzağındaki bir ilkokula gittik. çok lüks olan okulun öğretmenlerinin seçilmiş oldukları belliydi. Bu okula öncelikle o semtte oturanların çocukları kayıt yaptırabiliyormuş. Şayet kontenjanda açık kalırsa başka semtlerden başvuranlar da alınabiliyormuş. Bütün öğretmenlerin ve kız öğrencilerin başlarının ön ve arka kısmı açık, orta kısmı yarım bir örtüyle kapalıydı. Küçük öğrenciler bizi şiirlerle karşıladı. Müdür, okul hakkında bilgi verdikten sonra bizi gezdirdi. Her sınıfta 15-20 kişi vardı. Spor salonu gayet geniş ve donanımlıydı. Okuldan ayrıldıktan sonra Kumuk Türklerinin oturduğu bir köye gittik. Beyaz tenli, genelde yeşil gözlü erkek ve kız öğrenciler, koro halinde şiirlerle bizi karşıyadı. Bir kız öğrenci de Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov’u ne kadar çok sevdiklerini belirten bir şiir okudu.

Törenden sonra Türk kadınlarının hazırladığı yemeklerden ikram ettiler. Türkçe konuşuyorlardı ama lehçe farkından dolayı sözlerinin hepsini anlayamıyorduk. Mesela “Yemek gerek mi, size çay geldireyim mi?” diyorlardı. Getireyim yerine “geldireyim” sözcüğünü kullananıyorlar. Belki de doğrusu budur. çünkü “gelmek”in geçişli hali “geldirmek” olmalı. Ama biz değiştirmişiz, “getirmek” yapmışız. Yemekten sonra Kanal TV’den Seyfullah Soytürk izlenimlerimizi aldı. Daha sonra hipodroma gittik. Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov’un da katıldığı at yarışlarını izledik. çeçenistan gibi henüz savaştan yeni çıkmış özerk bir cumhuriyetin böyle yarışlar düzenleyebilmesi önemliydi. çünkü bu, alt yapı ve tecrübe isteyen bir organizasyondu. Yarışın sonunda Cumhurbaşkanı çençence bir konuşma yaptı. Biz anlamadık ama son sözünü yanımızda bulunan Emrullah şöyle tercüme etti: “Putin iyidir ama tek eksiği çeçen olmayışıdır.”

Yarıştan sonra bizi Cumhurbaşkanı’nın rezidansına götürdüler. Biraz sonra Cumhurbaşkanı bizimle vedalaşmak üzere yanımıza geldi. Yavuz Bülent Bakiler ve bana izlenimlerimizi sordu. Dedim ki: “Şu dünya geçicidir, dünya mevkileri de geçicidir. İnsanın değeri tevazuyla orantılıdır. Burada güzel şeyler gördüm. Ama beni en çok etkileyen, Cumhurbaşkanı’nın halkla bütünleşmesidir. Allah mütevazı olanı yükseltir, böbürleneni alçaltır. İkinci Halife ömer de halk gibi yaşadı. Muhtaç durumda olan bir yaşlı kadının çadırına sırtında azık götürdü. Halkı kendisini öylesine seviyordu ki korumasız olarak tenhada bir ağacın altında uyuyabiliyordu. İşte halkınız sizi öylesine seviyor.”
 
Bölüm - 11
Hz. ömer’e ait bir anekdotu okurlarımla paylaşmamda yarar var. Hz. Mevlana Mesnevi’de ömer’i korumasız, bir ağaç altında gören Bizans elçisinin hayretini anlatır: Rum kayserinden, Medine’de ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi. Medine halkına, “Halifenin köşkü nerede? Atımı oraya çekeceğim” dedi. Halk, dedi ki: “Onun köşkü yok. ömer’in köşkü ancak aydın canıdır. Gerçi emir diye adı sanı duyulmuşsa da onun, yoksullar gibi ancak bir kulübeciği var.” Bu yepyeni sözler, Rum elçisini semaa getirdi (şevkinden dönmeye başlayan elçinin), ömer’i görme özlemi arttı. Gözünü o padişahı aramaya dikti, eşyasını da kaybetti, atını da...

“Dünyada böyle adam da olur mu ki cihandan can gibi gizlenmiş” diyordu. Candan kul olmak (ona bağlanmak) için onu aradı. Şüphesiz, arayan bulur. Bir bedevi kadını onun ömer’i aradığını anlayıp, “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında. Halktan ayrılmış, yapayalnız gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesini gör” dedi.

Elçi oraya gelip uzakta durdu. ömer’i görünce titremeye başladı. O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hal geldi. Mahabbet ve heybet birbirinin zıddıyken gönlünde bu iki zıddın birleştiğini gördü. Kendi kendine, “Ben nice padişahlar gördüm, büyük sultanlar tarafından kabul edildim. Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı. Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün, rengi bile kaçmadı. Birçok savaşlarda bulundum. Hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvalde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetliydi. Bu adam silahsız, kuru yerde yatıyor. Benim yedi azam tir titremekte, bu ne? Bu heybet Hak’tan, halktan değil, şu abalı adamdan gelmiyor” dedi.

(Elçi) Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra ömer, uykudan uyandı.

Elçi ona saygı gösterdi, selâm verdi. Peygamber “önce selâm, sonra kelâm” demiştir. ömer selâmını alıp onu yanına çağırdı, teskin etti, karşısına oturdu... ömer, elçiye can menzillerini söyledi, ruh seferlerini anlattı.

ömer, o yabancı çehreli zatı tam dost buldu, canının Tanrı sırlarını dilediğini anladı. O mürşid, onun irşad edilmeye kabiliyeti olduğunu gördü, temiz tohumu, temiz yere ekti.

Bölüm - 12
Elçi “ya Emîrülmü’minîn! Can yücelerden yere nasıl indi? Hiçbir şeyle mukayyed (bağlı) olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordu.

ömer dedi ki: Hak, ona afsunlar okudu, hikâyeler söyledi. Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara afsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar.

Yok olanlar, onun afsunuyla varlık diyarına takla atarak ve derhal gelirler. Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa, derhal ve iki çifte atla sürer.

Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi. Cisme bir âyet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.

Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.

O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.

Toprağın kulağına ne söyledi ki murakabeye vardı (boynu bükük), dalgın bir halde kaldı!...

Can kulağıyla can gözü, zahirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta iflâs etmiştir.

Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur. Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içindeyse küçük, büyük inciler.

Dışarıdaki kan damlaları, misk ahularının içinde misktir. Sen, “dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur?” deme!

“Bu bakır, dışarıda âdi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş?” da deme!

Ekmek, sofrada durduğu sürece cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh kesilir.

Sofranın ortasında duran o ekmeğin can olması imkânsızdır. Fakat can, Selsebil suyuyla o olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir.

Ey doğru okuyup doğru anlayan! Bu can kuvvetidir; bir düşün, o canlar canının kuvveti ne olabilir?

Gönül, Tanrı sırları dağarcığını açarsa can, arşa doğru süratle koşar gider.

Elçinin ömer’den, ruhların, bu balçığa tutulmalarının sebebini sorması

ömer’den bu sözleri işiten elçinin gönlünde bir parlaklık belirdi. Soru da mahvoldu, cevap da. Hatâdan da kurtuldu, doğrudan da.

Gövdeyi anladı, dallardan geçti. Ancak bir hikmete erişip faydalanmak için sormaya başladı.

ömer’e, “O duru suyun, bulanık yerde hapsedilmesinin hikmeti ne? Bunda ne sır var? Duru su toprakta gizlenmiş, saf can, cisimlerle bağlanmış, sebebi nedir?” dedi.

 
Bölüm - 13
ömer dedi ki: “Sen derin bir bahse dalıyorsun. Meselâ mânayı harflerle takyid edersin (bir söz söylersin). Serbest olan mânayı hapsettin, nefesi bir kelime ile bağladın.
Sen faydadan gizlenmiş; ruhun bedene gelmesindeki faydayı bilmez iken; bunu, bir fayda elde etmek için yaparsın da, fayda, kendisinden zuhur eden Tanrı, bizim gördüğümüzü nasıl görmez?
Mânânın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
Cüz’lerin cüz’ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, külli bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen kül, neden faydasız olsun?

Tanrıya şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir. Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden hiç kimse yok!” (Mesnevî, 1/140-146)

İşte Hz. ömer’in bu tevazuu ve adaleti, adını ebedileştirmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı bu tevazuunuzu ömür boyu sürdürmenizi temenni eder, Allah’tan size, yapmak istediğiniz hayırlı işlerde başarılar dilerim.

Ramazan Kadirov da cevaben “Allah beni bu yoldan ayırmasın!” dedi. Kendisiyle fotoğraf çektirip vedalaşarak ayrıldık. Akşamleyin de Kültür Bakanlığı’nın folklor eğitimi veren okuldaki küçük öğrencilerin gösterilerini izledik. öğrencilerin maharetle sergiledikleri çeçen-Kafkas oyunları gerçekten büyüleyiciydi. Bu arada bizim heyette bulunan çeçen asıllı Abdurrahman Bey de bir miktar çeçen oyunu oynadı.

O akşam Grozny Belediye Başkanı’nın verdiği yemekte bulunduk. Başkan bizim masamıza geldi. çeçenistan hakkında epey konuştuk, bilgilendik. Cumhurbaşkanı’nın son derece halk ile bütünleşmiş ve dindar bir insan görüntüsü verdiğini söyledim, bunun samimiyet derecesini sordum.

Başkan da “Cumhurbaşkanı bir ulema ailesinden gelir. Babası da önce müftülük yapmış, sonra cumhurbaşkanı olmuştur” diyerek, çocukluğundan beri namazında, orucunda, dinine içtenlikle bağlı, dürüst bir kimse olduğunu izah etti. Uzun bir sohbetin ardından istirahate çekildik ve ertesi gün, saat 06.00’da yaptığımız kahvaltıdan sonra arabalarla çeçenistan, Osetya cumhuriyetlerini aşarak Gabar-Balkır Cumhuriyeti’ndeki Nalchik Havaalanı’na geldik. öğle vakti 12.00’de havalanan uçağımız 02.30’da Atatürk Havalimanı’na indi.

-BİTTİ-
----------------------------------------
(*) 20 Eylül/1 Ekim 2009 Tarihleri arasında Vatan Gazetesinde Yayınlanmıştır.














Sizde yorumunuzu eklemek için tıklayın.
Yorumlar
Tüm yorumları görüntülemek için tıklayın.
Eyüp - İstanbul
15 / 05
1- Çeçenistanda işbirlikçi değilseniz huzurlu falan olamazsınız.Çeçen insan hakları sorumlusu çok güzel huzur veriyordu geçenlerde çocukları dağdaki insanlara izlediniz sanırım. 2- İmar ve kalkınma rusyanın yolladığu rublelerle olmaz. Bina yapmak kalkınmaksa çeçenya uzaya çıkmalı ama hala yerde. 3- Bizzat kadirov su gibi içki içerken nasıl savaşacak alkol ve uyuşturucuyla oda ayrı bir muamma.Malumunuz internette bol miktarda görüntüsü mevcut. 4- Mevcut yönetim dinar tasavvuf ehli falan değildir sadece halkın saf dini duygularını sömüren münafıklardır. 5- Ülkede karışıklık ve kargaşa çıkartan kadirov ve yandaşlarıdır.Geride kalanlar ise Dudayevlerin Mashadovların Yandrbievlerin Şamillerin açtığı yoldan ilerleyenlerdir. 6- Çeçensiz çeneistan bizzat rus projesidir bunu sokaktaki çocuklar bile bilir.Bilmiyorsanız birinci savaş arşivinizi yoklayınız.Hatta dikkatli incelerseniz asıl amaç kafkasyalıların olmadığı huzurlu kafkasyadır. 7- Ne güzel söylemişsiniz 300 bin insanımızı kaybettik diye. Kim öldürdü bu masumları? Ruslarmı mücahitlermi. Kafkasyada kan yerde dururken düşmana yaltaklanmak pek iyi alamet sayılmaz. 8- Çeçenistan petrol zengini falan değildir. boru hatlarının geçişinden para kazanacaktı artık oda geçti. Zaten olan petrolüde ruslar sömürüyorlar. Oradan siyonistlere artmaz. 9- Kanlı İslamcı örgütü bitirmek o kadar kolayda kadirov niye bitirmiyor. O da onlarlamı çalışıyor yoksa. Aklı selim müslümanlar kadirovuda iyi tahlil ettilerde onun için bitmiyor bu "kanlı örgüt". Bilmem anlatabildimmi?
heda madinayeva - grozny
14 / 05
1- Çeçenistan'da son birkaç yıldır savaş değil, barış ve huzur vardır. 2- Ülkede büyük bir imar ve kalkınma hamlesi yaşanmaktadır. 3- Alkol ve uyuşturucuya karşı amansız bir mücadele verilmiş ve bir nesil mahvolmaktan kurtulmuştur. 4- Çeçenistan'daki mevcut yönetim dindar ve tasavvuf ehlidir. 5- Ülkede karışıklık çıkarmak isteyen muhaliflerin sayısı yok denecek kadar azdır. Çeçen halkı onları dışlamakta ve "Vehhabi sapkınlar" olarak nitelendirmektedir. 6- Yıllardır Çeçenistan'ı ve Kafkasya'yı karıştırmak isteyen Vehhabiler birer piyondur ve bunların arka planında "Çeçensiz Çeçenistan" projesini gerçekleştirmek isteyen İslam düşmanları vardır. 7- Çeçen halkı, ilk savaşta ve ikinci savaşta toplam 300 bin yetişmiş insan hayatını kaybetmiştir. Geri kalan 1 milyon Çeçenin çoğu dul, yetim ve yaşlılardan oluşmaktadır. 8- Yeni bir savaş çıkarmayı planlayanların asıl amacı, mevcut Çeçen nüfüsunu tamamen katletmek ya da ülkeden kaçırtmak suretiyle, petrol zengini bu bölgeyi müslümanlardan temizlemektedir. Bu hain planın arka planında Siyonistler vardır. 9- Rusya'nın muhtelif yerlerinde ve Kafkasya'da zaman zaman masum sivillere yönelik kanlı eylemleri üstlenen sözde İslamcı kanlı örgüt, bazı karanlık istihbarat örgütlerinden destek almaktadır. Aslında istendiği takdirde bu örgüt kısa sürede çökertilebilir. Bu kanlı örgütün bazı büyük güçler tarafından neden korunduğu, aklı başında müslümanlar tarafından iyi tahlil edilmelidir. 10-Eğer Çeçenistan'da Ramzan Kadirov gibi güçlü, dirayetli bir lider olmasa Çeçenlerin bölünmesi ve otorite boşluğunun oluşması kaçınılmaz bir gerçektir. Ramzan Kadirov, Çeçenlerin birliğini sağlamayı başarmıştır.
Abdurrahman - İstanbul
05 / 11
Ramzan Kadirov haindir. çeçen kardeşlerimize zulmeden bir zındıktır. dolarları havalara saçıp içkiler içtiği filmlerini gördük. onun yolu ihanet yoludur. hz ömer ile benzetmek sapkınlıktır. hz ömere hakarettir. ayıptır, günahtır! Allah (cc) böyle sapkınları ıslah edip doğru yola iletsin.